2024 yılı, eğitim alanına yönelik çok yönlü saldırı ve tehditlerin olduğu, özellikle laik bilimsel eğitim anlayışına açıkça meydan okunan bir yıl oldu. 2024 yılında eğitimin niteliğinde yaşanan gerileme devam ederken, eğitimde ticarileşme ve eğitimi dinselleştirme uygulamaları belirgin şekilde arttı. Özellikle Diyanet İşler Başkanlığı ve dini tarikat ve cemaatlerin kurduğu dernekler, Millî Eğitim Bakanlığı ile imzaladıkları protokoller üzerinden, okullarda laik eğitim karşıtı faaliyetleri yaygınlaştırdılar.

Sınav odaklı eğitim, okulların fiziki altyapı ve donanım eksikliklerinin sürmesi, kalabalık sınıflar sorunu, ikili öğretim, taşımalı eğitim, çocuk ve gençlerin dini cemaat ve vakıfların kreşlerine ve yurtlarına yönlendirilmesi, çocuklara yönelik taciz ve istismar vakalarının artması, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik ve ücretli öğretmenlik uygulamasının sürmesi, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu vb. gibi çok sayıda sorun, eğitim sisteminin belli başlı sorunları olarak 2024 yılına damgasını vurdu.

Türkiye’de eğitim sistemi uzun süredir ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakılırken, eğitimin temel sorunlarına yönelik çözümsüzlük politikaları 2024 yılında bizzat iktidar ve Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) eliyle yapılan yasal düzenlemeler ve fiili dayatmalar eşliğinde sürdürüldü. Siyasi iktidarın eğitim alanında, uzun süredir kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda attığı adımlar, çeşitli vakıf ve derneklerle iş birliği halinde hayata geçirilen ‘piyasacı’ ve ‘dini eğitim’ merkezli uygulamalar, başta öğrenciler olmak üzere, öğretmenler, eğitim emekçileri ve velileri doğrudan etkiledi.

2024 yılında toplumsal yaşamın her alanında görülen cinsiyetçilik ve cinsiyetçi uygulamaların en yoğun görüldüğü alanların başında eğitim alanı ve okullar geldi. Eğitimde cinsiyetçilik ve cins ayrımcı uygulamaların okullarda etkili şekilde üretilmeye devam ettiği görüldü. Geleneksel cinsiyet rolleri aile, okul, hukuk, ahlak, din ve medya tarafından sistemli bir şekilde çocuklara ve topluma aktarılmaya/dayatılmaya çalışıldı.

Türkiye’de eğitim sisteminin müfredat, ders kitapları ve uygulama alanları itibarıyla çocukların, etnik köken, dil, din ve inanç ayrımcılığı ile karşı karşıya olduğu biliniyor. Ülkedeki etnik, dilsel, kültürel çeşitlilik ve inanç çeşitliliği, eğitim programlarında ve ders kitaplarında neredeyse hiç yansıtılmadı. 2024 yılında özellikle eğitime erişimde, kız çocukları, mülteci çocuklar, anadili farklı olan çocuklar, engelli çocuklar ve geçici koruma altındaki çocukların dezavantajlarını ortadan kaldıracak adımlar bu yöndeki taleplere rağmen ısrarla atılmadı.

Türkiye’nin eğitim sisteminde geçmişten günümüze etkisini hissettiren ırkçı, şoven, milliyetçi ve cins ayrımcı söylemler, manevi değerler adı altında eğitimin bütün kademelerinde dini eğitimin yaygınlaştırılması gibi uygulamalar egemen ideolojinin yoğun baskısı ve denetimi altında hayata geçirildi. Eğitim sisteminde ve toplumsal yaşamda benimsenen tekçi anlayış, farklı inanç, kimlik ve mezhepleri yok saymayı, onları ve taleplerini görmezden gelmeyi sürdürdü. Türkiye’nin kamusal, laik, bilimsel eğitim konusunda olduğu gibi, anadilinde eğitim konusundaki olumsuz sicilinde olumlu anlamda en küçük bir ilerleme yaşanmadı. 2024 yılında siyasi iktidar ve MEB, eğitimde somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek yerine, eğitimde yaşanan kaosu derinleştirecek adımlar atmayı tercih etti.

2024 yılı, eğitim alanında önemli tartışmaların yaşandığı, öğrenci hakları ve öğretmenlerin çalışma koşulları açısından kritik gelişmelerin olduğu bir yıl oldu. Eğitimde “piyasa” ve “dinselleşme” merkezli dönüşüm, müfredat değişiklikleri, Öğretmenlik Meslek Kanunu, ÇEDES projesi üzerinden eğitimde dinselleşme uygulamaları ve mesleki eğitim merkezleri (MESEM) üzerinden çocuk işçiliğinin artışı 2024 yılına damga vuran başlıca gelişmeler olarak karşımıza çıktı.

ÇOCUKLARA VE HAKLARINA YÖNELİK TEHDİTLER ARTTI  

Türkiye’de yaşayan çocuklar, ağır ekonomik sorunların da etkisiyle sağlıklı gıdaya, suya, eğitime erişmekte ciddi engellerle karşılaşırken, çocuk yaşta zorla evlendirmeler, çocuklara yönelik istismar vakaları artarak devam etti.

Türkiye’de eğitim alanında yaşanan laiklik ve bilim karşıtı değişiklikler doğrudan çocukları hedef alan içerikte gerçekleşti. Çok sayıda çocuk ekonomik nedenlerle okulu terk etmek zorunda kalırken, çocuk işçiliği ve suça sürüklenen çocukların sayısı artmaya devam etti.

Okul çağında olmasına rağmen yüz binlerce çocuk okula devam etmedi. 4+4+4 sistemine geçildikten sonra 12 yıl eğitim zorunlu olmasına rağmen çocukların büyük bir kısmı ortaokuldan itibaren okulu bırakmaya başladı. MEB’in son yayınladığı örgün eğitim istatistiklerine göre 2022-2023’te ortaokulu bitiren öğrenci sayısı 1 milyon 293 bin 22 iken geçen yıl bu çocukların 1 milyon 29 bin 423’ü liseye başladı. Geçen yıl liseye hiç başlamadan eğitimi bırakan öğrenci sayısı 263 bin 599 oldu.

MEB'in 2024 yılında ulusal yazılı basına yansıyan önemli iz düşümleri MEB'in 2024 yılında ulusal yazılı basına yansıyan önemli iz düşümleri

Eğitimde 4+4+4 düzenlemesi sonrasında artan çıraklık ve stajyerlik uygulamaları gibi çok sayıda düzenleme, çocukların eğitimden uzaklaşmasına ve işçi olarak çalışma yaşamına sürüklenmesine neden oldu. Eğitimin bütün kademelerine damgasını vuran ve temel amacı yoksul ailelerin çocuklarını sermayeye ucuz iş gücü kaynağı olarak sunmak olan acımasız bir eğitim politikası izlendi. Çocukları örgün eğitim dışına iten politikalar ve devletin patronlara yönelik çırak ve stajyer çalıştırmayı kolaylaştıran düzenlemeler yaşanan sorunları daha da derinleştirdi.

Çalışan çocukların bir bölümü tarım sektöründe ucuz iş gücü, bir bölümü de ücretsiz aile işçisi olarak çalıştırıldı. Ayrıca anadilinde eğitim alamayan öğrencilerin okulda başarısız olarak eğitim dışına itilmeleri de okulu erken yaşta terk etmelerine neden oldu. Artan yoksulluk ve işsizlik nedeniyle aileleriyle birlikte göç etmek zorunda kalan çocuklar göç ettikleri şehirlerde çocuk işçi olarak çalışmak zorunda bırakıldı.

MÜFREDAT DEĞİŞİKLİKLERİ EĞİTİM SİSTEMİNİ OLUMSUZ ETKİLEDİ

2024 yılında “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adıyla açıklanan yeni müfredat değişiklikleri, laik ve bilimsel eğitime yönelik tartışmaları beraberinde getirdi. Yeni müfredatta, din ve değerler eğitiminin ağırlığı artırılırken, fen bilimleri, felsefe ve tarih gibi derslerde dini referansların öne çıktığı görüldü. Bu değişiklikler, laik eğitim anlayışından uzaklaşıldığı ve öğrencilerin eleştirel düşünme becerilerinin sınırlandığı eleştirilerine yol açtı. Ayrıca, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konuların müfredatta yeterince yer almaması, eğitimde ayrımcılığı derinleştiren bir unsur olarak değerlendirildi.

Yeni müfredatta dini ve milli değerlerin ön plana çıkarılmasıyla, eleştirel düşünceye ve bilimsel yaklaşımlara daha az yer verildiği görüldü. Eğitimde çeşitliliği teşvik etmek yerine, tek tip bir düşünce yapısının benimsetilmeye çalışılmasının eğitimde eşitsizliği artıracağı, özellikle dezavantajlı kesimlerin daha fazla zarar görmesine neden olacağı eleştirileri yapıldı.

MEB’in ‘yeni müfredatı’, düşünmeyen, sorgulamayan, eleştirmeyen, itiraz etmeyen nesiller yetiştirmek amacıyla hazırlandı. Öğretim programlarında bilimsel eğitim ile ilgili olan pek çok nokta özenle ‘sadeleştirme’ ya da ‘ayıklamaya’ tabi tutulurken, tek adam rejiminin bütün hedeflerini açık ve gizli (örtük) amaç ve değerler üzerinden ders kitaplarına yerleştirerek kendilerince ‘dini’ ve ‘milli’ bir müfredat oluşturuldu ve 2024-2025 eğitim öğretim yılı başından itibaren 1., 5. ve 9. sınıflarda uygulanmaya başlandı.

ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ KANUNU, TÜM ELEŞTİRİLERE RAĞMEN UYGULANMAYA BAŞLADI 

2024 yılında öğretmenlerin, eğitim emekçilerinin çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin sorunları Millî Eğitim Bakanlığı’nın yine gündeminde olmadı. Eğitim ve bilim emekçilerinin ekonomik, sosyal ve özlük hakları ve geleceğine yönelik talepler görmezden gelinirken, insanca yaşam ve insan onuruna yakışır ücret talepleri yok sayıldı.

Öğretmenlik mesleğini itibarsızlaştıran, öğretmenlerin ekonomik sorunlarına çözüm üretmeyen, eşit işe eşit ücret ilkesini ortadan kaldıran, öğretmenler arasındaki ayrımcılığı ve eşitsizliği derinleştiren Öğretmenlik Mesleği Kanunu (ÖMK) düzenlemesi bütün itirazlara rağmen TBMM’de yasalaşarak yürürlüğe girdi.

ÖMK’nin en tehlikeli düzenlemelerinden birisi olan Öğretmen Akademisi ile öğretmenlerin iktidarın siyasal çizgisinde yetiştirilmesi ve ideolojik olarak şekillendirilmesi hedeflendi. Üniversiteden öğretmen diploması alarak mezun olan öğretmenlerin MEB tarafından ikinci kez eğitime alınması yoğun eleştiri konusu oldu. Eğitimde bilimsel ve laik temellerin zayıflatıldığı, bunun yerine değerler eğitimi adı altında dinsel ve milli söylemlerin ön plana çıkarıldığı yeni müfredata uygun öğretmen profili oluşturmak hedeflendi.

Türkiye’de aynı işi yaptıkları halde farklı statü ve maaş kaleminde çalışmak zorunda kalan öğretmenler arasında halen var olan aday, sözleşmeli, kadrolu, ücretli öğretmen ayrımına uzman öğretmen ve baş öğretmen gibi yenilerini eklenirken, eğitim sisteminin rekabetçi ve eleyici yapısına öğretmenlik mesleği de eklendi.   

EĞİTİMDE TİCARİLEŞTİRME POLİTİKALARI DEVAM ETTİ

Toplumsal yaşamın bütün alanlarında olduğu gibi, eğitim alanı da kamusal ve toplumsal işlevlerinden ayrıştırılarak, ‘serbest piyasa mekanizmasına göre ‘rekabetçi’ bir mantıkla biçimlendirilen büyük bir ‘ekonomik sektöre’ dönüştürüldü. Eğitimde yaşanan çok yönlü ticarileşme ve eğitim hizmetlerinin adım adım özelleştirilmesi anlamına gelen çok sayıda uygulama, 2024 yılında belirgin şekilde arttı.

Eğitimde yaşanan ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları, kimi zaman açık, ama çoğunlukla gizli olarak yapıldı. Bir taraftan eğitimin büyük bir bölümü zamanla birer ‘ticari işletme’ haline getirilen devlet okullarında sürdürülürken, diğer yandan eğitimin kamusal finansmanının tasfiye edilmesi yoluyla yoksul halkın eğitim finansmanı içindeki payı arttı.

2024 yılında kamusal eğitim adım adım zayıflatılırken kamu kaynakları özel okullara aktararak özel öğretimin büyük ölçüde devlet desteği ile güçlendirilmesi politikası benimsendi.  MEB’in açıkladığı son örgün eğitim istatistikleri, devlete ait ilkokul ve ortaokul sayısının azaldığını, özel ilkokul, ortaokul ve lise sayısının ve bu okullara yönlendirilen öğrenci sayısının dikkat çekici bir şekilde artmaya başladığını gösterdi.

Velilerin çocuklarını özel okullara yöneltmesinde devlet okullarında verilen eğitimin niteliğinin zayıflatıldığı, devlet okullarında yoğun dinselleşme pratiklerinin hayata geçirildiği görüldü. Zorunlu-seçmeli din dersleri, aşırı kalabalık sınıflar, öğretmen yetersizliği, fiziki koşullar gibi pek çok neden birçok velinin özel okullara yönelmesini beraberinde getirdi.

EĞİTİMİ DİNSELLEŞTİRME POLİTİKALARI YOĞUNLAŞTI

2024 yılında Türkiye’nin eğitim sistemi en temel bilimsel ilkelerden ve laik eğitim anlayışından hızla uzaklaşırken, okullarda dinselleşme hızla artarak kaygı verici boyuta ulaştı. MEB’in geçmişte eğitimin dinselleştirilmesi hedefiyle Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, çeşitli dini vakıf ve derneklerle ortak yürüttüğü projeler ve imzalanan ‘iş birliği’ protokolleri, okulları çeşitli cemaat, tarikat ve dini grupların etkinlik ve faaliyet alanı haline getirdi. İmam hatip okulları olmak üzere, bazı okullarda karma eğitim karşıtı uygulamalar hayata geçirildi.

MEB’in merkezi olarak Diyanet İşleri Başkanlığı, yerellerde ise İl müftülükleri başta olmak üzere, büyük çoğunluğu dini cemaatlerin uzantısı olan kimi vakıf ve derneklerle çeşitli konu başlıkları altında imzalanan iş birliği protokolleri, eğitim sisteminin büyük bir kuşatma ile karşı karşıya olduğunu gösterdi. Özellikle ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum) projesi, 2024 yılı boyunca eğitim alanında laiklik tartışmalarının merkezinde yer aldı. Proje kapsamında, din görevlilerinin okullarda “manevi danışman” sıfatıyla rehberlik yapması ve öğrencilerle etkinlikler düzenlemesi, eğitim sisteminde dini referansların güçlendiğini gösterdi. ÇEDES projesinin laik eğitim anlayışına aykırı olduğu itirazlarına rağmen, okullarda öğrencilere yönelik dini dayatmalar daha önce hiç olmadığı kadar arttı. Kırsal bölgelerde tarikat ve cemaatlerin okullardaki etkinlikleri belirleyici hale gelirken, bu durum eğitimde giderek artan ideolojik ayrışmayı beraberinde getirdi.

DEPREM BÖLGELERİNDE EĞİTİM SORUNLARINA ÇÖZÜM ÜRETİLMEDİ

Deprem bölgelerinde eğitimde normalleşme çabaları, 2024 yılı boyunca yetersiz kaldı. Birçok okulda eğitim, konteyner sınıflarda ve geçici yapılar içinde devam etti. Öğretmen eksikliği, altyapı sorunları ve psikososyal destek yetersizliği, depremzede öğrencilerin eğitim hakkını olumsuz etkiledi. Kalıcı okul inşaatlarının yavaş ilerlemesi, çocukların uzun süre eğitim kaybı yaşamasına neden oldu. Depremden etkilenen bölgelerdeki birçok öğrenci, maddi imkansızlıklar eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamadı. Öğrencilerin barınma ve ulaşım gibi temel ihtiyaçlarının karşılanamaması, eğitim sürecini olumsuz etkiledi.

Depremden en çok etkilenen Hatay, Adıyaman, Malatya ve Kahramanmaraş gibi illerde pek çok okul tamamen yıkıldı ya da kullanılamaz hale geldi. Okulların yeniden inşası sürecinin yavaş ilerlemesi, yüz yüze eğitimin başlamasını geciktirdi. Bu süreçte, bölgede eğitim alamayan on binlerce öğrenci, uzaktan eğitim imkanına da tam anlamıyla erişemedi. Örneğin, Hatay’da yıkılan okulların yerine geçici konteyner sınıflar kurulsa da bu yapıların yetersizliği ve altyapı eksiklikleri, sağlıklı bir eğitim sürecinin önüne geçti.

ÖĞRENCİLERİN BESLENME VE BARINMA SORUNLARI ARTTI

2024 yılı ekonomik krizin ve artan hayat pahalılığının etkisiyle birçok aile, çocuklarının yeterli beslenmesini sağlamakta zorlandığı bir yıl oldu. Çocuklar için beslenmenin önemli olduğu koşullarda süt, yumurta, peynir, zeytin vb. gibi temel gıda ürünlerinin fiyatı 3-4 kat arttı. Dünyanın her yerinde gıda fiyatları düşerken, Türkiye’de gıda enflasyonu zirve yaptı. Bu koşullarda çocuklarına her gün ayrı bir beslenme hazırlamak durumunda kalan aileler eti, sütü, meyveyi, kuruyemişi geçelim yumurtayı, peyniri ve zeytini bile alamaz hale geldi.

Türkiye, OECD ülkeleri arasında çocuk yoksulluğunda ilk sıradaki yerini 2024’te de korudu. Son dönemde çok hızlı artan yoksullaşma Türkiye’de önce en hassas durumdaki çocukları etkiledi. Devlet okullarında kantin fiyatlarının yükselmesi, öğrencilerin sağlıklı beslenme hakkını doğrudan etkiledi. Bu süreçte, “Her Öğrenciye Bir Öğün Ücretsiz Yemek” kampanyası, öğrencilerin en temel ihtiyacı olarak öne çıktı.

Üniversite öğrencileri açısından barınma sorunu büyüyerek devam etti. Yurt kapasitelerinin yetersiz kalması ve özel yurt ücretlerinin artışı, öğrencilerin barınma hakkına erişimini zorlaştırdı. Yetersiz barınma olanakları nedeniyle birçok öğrenci, eğitim hayatını sürdüremedi ya da kayıt dondurmak zorunda kaldı.

OKULLARDA TEMİZLİK VE HİJYEN SORUNU YAŞANDI 

2024 yılında eğitime damga vuran bir diğer gelişme 2024/24 eğitim öğretim yılı başından itibaren okullarda temizlik ve hijyen sorunlarının artması oldu. Daha önce okullarda İŞKUR bünyesinde Toplum Yararına Çalışma (TYP) bünyesinde 42 bin geçici temizlik personeli istihdam ediliyorken, Eylül ayı başında program değişikliği yapılarak yine İŞKUR bünyesinde haftada üç gün personel istihdamına dayanan İşgücü Uyum Programı (İUP) başlatıldı.

Okullarda üç gün istihdam edilen İUP personeli için sadece sağlık sigortası yapılırken, ücret yerine “cep harçlığı” ödenmesi yapıldı. Bu durum devletin kendi yasalarını yok sayarak sigortasız işçi çalıştırma anlamına gelirken, çok sayıda okulda temizlik görevlisi bulunmaması eğitim emekçileri ve velilerin yoğun tepkisine neden oldu.

Kamuda tasarruf tedbirleri çerçevesinde başlatılan bu uygulama sonucunda ülke genelinde çok sayıda okulda temizlik ve hijyen sorunları ortaya çıktı. Okullarda yaşanan temizlik sorunları ve hijyen eksikliği nedeniyle yeni salgın hastalıklara kapı aralandı. MEB tepkiler sonucunda okullarda 30 bin yeni personel istihdam edileceğini açıkladı ancak çok sayıda okulda temizlik veliler tarafından yapıldığı görüldü. 

EĞİTİM HARCAMALARININ YÜKÜ YİNE VELİLERİN SIRTINA YIKILDI 

Eğitim sistemi, her geçen yıl daha fazla paralı hale getirilirken milyonlarca öğrenci velisi çocuklarını okutabilmek için bütçelerine göre çok yüksek rakamlarla harcama yapmak zorunda bırakıldı. Geçtiğimiz yıllar içinde devlet okullarına ihtiyaç kadar ödenek ayrılmaması, kaçınılmaz olarak öğrenci velilerinin eğitimin finansmanına doğrudan katılımını beraberinde getirdi. Başta ‘gönüllü bağış’ adı altında toplanan kayıt parası olmak üzere, hemen her okulda çok sayıda kalemde para toplanarak eğitim harcamaları büyük ölçüde velilerin sırtına yıkıldı.

Ülkemizde halkın büyük bölümünün asgari ücret ya da asgari ücrete yakın bir ücretle çalıştığı dikkate alındığında 2024 yılı velilerin öğrencilerin zorunlu ihtiyaçlarını karşılamakta oldukça zorlandığı, özellikle birden fazla çocuğu okula gidecek olan dar gelirli velilerin zorunlu ihtiyaçları dahi karşılamadığı bir yıl oldu. Devlet okullarına, yurtlarına ayrılmayan eğitim bütçe kaynakları eğitim yatırımları yerine özel okullara çeşitli adlar altında transfer edildi.

İkamet adresine kayıt yaptırılan öğrencilerin velilerinden daha az “kayıt ücreti” ya da “bağış” istenirken, ikamet dışında kalan bir okula kayıt yaptırılan öğrencilerin velilerinden yüksek miktarlarda bağış talep edildi. Okulun bulunduğu konumda yaşayan öğrenci velilerinin ekonomik durumuna göre daha fazla bağış istendiği durumlar yaşandı. Çocuğunu çevresinden duyduğu bilinen bir öğretmenin sınıfına kaydettirmek isteyen velilerden öğretmen seçimi için ayrıca yüksek ücretler talep edildi. Bunların dışında velilerden ‘ihtiyaç maddeleri’ listesi adı altında ‘A4 kâğıdı, kâğıt havlu, sıvı sabun, tuvalet kâğıdı’ vb. gibi ürünler talep edildi.

2024-2025 eğitim öğretim yılı başında bir okul çantasını doldurmanın toplam maliyeti, öğrencinin sınıf seviyesine ve ihtiyaçlarına bağlı olarak değişiklik gösterdi. İlkokul öğrencisi için temel kırtasiye malzemeleri, çanta ve diğer gereksinimler hesaba katıldığında toplam maliyet 3.000 TL ila 5.000 TL arasında değişti. Ortaokul ve lise öğrencileri için bu maliyet 6.000 TL’yi geçti. Teknolojiye yönelik ihtiyaçlar (tablet, hesap makinası vb) eklendiğinde bu rakam 10.000 TL’nin üzerine çıktı. Eğitim masraflarındaki artışlar, özellikle düşük gelirli ailelerin çocuklarının eğitime erişim imkanlarını ciddi anlamda tehdit etti. Birçok aile, yaşanan hayat pahalılığı nedeniyle çocuklarının en temel okul ihtiyaçlarını bile karşılayamaz hale geldi.

OKULDA ŞİDDET CAN ALMAYA DEVAM ETTİ 

Toplum olarak hayatımızın her aşamasında evde, sokakta, iş yerlerinde her gün karşı karşıya kaldığımız şiddet olgusunun uzun süredir okullarımızı da sarmalamış olması, 2024 yılında çok sayıda eğitim emekçisinin şiddetin hedefi haline gelmesine neden oldu. Toplum olarak hayatımızın her aşamasında yer alan şiddet olgusu, eğitim yuvaları olan okulları ve öğretmenleri hedef alarak can kayıpları ve yaralanmaların yaşanmasına neden oldu.

İstanbul’un Eyüp ilçesinde bulunan özel bir okulda görev yapan Millî Eğitim Bakanlığı’ndan emekli öğretmen İbrahim Oktugan bir öğrencisi tarafından gerçekleştirilen silahlı saldırı sonrasında hayatını kaybetmesi üzerine, ülke çapında yüzbinlerce eğitim emekçisi iş bırakarak alanlara çıktı ve yaşanan şiddeti protesto etti. Okulda yaşanan cinayete gösterilen kitlesel tepkiye rağmen MEB okulda yaşanan şiddet olaylarının önüne geçmek için somut bir öneri ya da politika geliştirmedi.

Milli Eğitim Bakanlarının yaptığı açıklamalarla eğitim sisteminde yaşanan olumsuzlukların temel nedeni olarak öğretmenleri göstermesi, CİMER uygulamasının velilerin elinde bir sopaya dönüştürülmesi, MEB’in eğitimde yaşanan tüm sorunlara çözüm üretmek yerine öğretmeni ve idarecileri veli ve öğrenci karşısında tek muhatap olarak bırakması, okulda şiddetin artmasına zemin oluşturmayı sürdürdü.

OKULLARDA ÜCRETLİ ÖĞRETMENLER ASGARİ ÜCRETİN ALTINDA ÇALIŞTIRILDI 

Ülkemizde iş hayatını düzenlemek için devlet tarafından yapılan en önemli düzenlemelerden biri de hiç şüphesiz asgari ücret uygulamasıdır. Ülkemizde 4857 sayılı İş Kanunun 39. Maddesi gereği devlet tarafından belirlenen asgari ücretin altında çalışanlara aylık ücret verilemeyeceği, bu kurala uymayanlara ise ceza uygulandığı bilinmesine rağmen, bizzat Millî Eğitim Bakanlığı tarafından devlet okullarında bu yasaya aykırı hareket edildi.

2024 yılı için devletin asgari ücret olarak belirdiği rakamın net 17 bin 2 lirayken ücretli öğretmenler bir ayda sigortalı gün sayısı en fazla 15-16 iş günü oldu. Ülke çapında sayıları 90 binin üzerinde olan ücretli öğretmenler yıl boyunca en fazla 16 bin lira ücret alabilirken, ellerine geçen ücret asgari ücretin altında kaldı. 2024 yılı sonunda ücretli öğretmenlere Kasım ayı ders ücretleri bir ay gecikmeli olarak ödendi.

ATAMASI YAPILMAYAN ÖĞRETMENLER SORUNU SÜRDÜ 

Geçtiğimiz yıllar içinde her yıl KPSS sınavına giren öğretmenler küçük bir kısmının ataması yapılırken, ataması yapılmayan öğretmenler işsiz öğretmenler ordusuna katıldı. 2024 yılında KPSS’de öğretmenlik alan bilgisi sınavına 470 bin kişi girerken, yıl içinde sadece 19 bin 980 sözleşmeli öğretmenin atması yapıldı. Ataması yapılmayan yarım milyonu aşkın öğretmen var iken 2024 yılında da öğretmen açıkları kapatılmadı ve ataması yapılmayan öğretmenler sorunu çözülmedi.

Geçtiğimiz 23 yılda KPSS’ye giren her 100 öğretmenden sadece 15’inin ataması yapıldı. Ataması yapılmayan ve her geçen yıl sayıları artan işsiz öğretmenler ya tekrar sınava girmek ya da başka alanlarda çalışmak zorunda bırakıldı. Ataması yapılmayan öğretmenlerin zorunlu olarak meslekleri dışında işler yapmaya zorlanması ve meslekleri ile ilgisi olmayan alanlarda çalışmak zorunda bırakılması sorunu 2024 yılında da sürdü. 

2024’TE YÜKSEKÖĞRETİM ALANINDA NELER YAŞANDI? 

2024 yılı, bir süredir devam eden ve üniversiteyi üniversite yapan ilke ve değerlerin büyük ölçüde ortadan kaldırılmasını hedefleyen gelişmelerin devam ettiği bir yıl oldu. OHAL KHK’leri ile başlatılan akademik tasfiye sürerken, hukuksuz disiplin soruşturmaları, cezalandırma, işten atma pratikleri devam etti. Akademik ve bilimsel üretim yapılamaz hale getirilen üniversitelerin içinin boşaltılması süreci hız kesmiyor.

Üniversite rektörlerinin doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından atanması, rektörlerin üniversite bileşenlerine, akademik özgürlüğe, etik ilkelere ve topluma karşı değil, sadece siyasi iktidara karşı sorumluluk taşımasına neden oldu. Anayasa Mahkemesi’nin Haziran ayında rektörlerin Cumhurbaşkanı tarafından atanması uygulamasının iptaline karar vermişti. Bu süreçte Anayasa Mahkemesinin kararları tanınmayarak Temmuz, Eylül ve son olarak Aralık aylarında CB Erdoğan tarafından çeşitli üniversitelere rektörler atandı. Ehliyet ve liyakatin, hukuk ilkelerinin yerini üniversite yönetimlerinin keyfi ve hukuksuz uygulamaları aldı. Üniversitelerde partizan kadrolaşma, kişiye özel adrese teslim kadro ilanları artarak sürdü. Alanın bilgisine sahip olmayanlar sadece iktidara yakınlıkları üzerinden üniversitelerin ve yükseköğretim kurumlarının yönetim kademelerine getirildi.

Derinleşen çoklu kriz ortamı ve yoksulluk kıskacında temel haklarından mahrum kalan bir kesim de üniversite öğrencileri. Ekonomik kriz ve geçim sıkıntısı barınma, beslenme ve ulaşım gibi temel ihtiyaçların karşılanmasını her geçen gün daha da zorlaştırırken geniş kesimlerin eğitime erişimini engelliyor. Bu durumun somut göstergeleri mevcut: 2024 yılında üniversiteye yerleşmeye hak kazanan yüz binlerce öğrencinin üniversitelere kayıt yaptırmadığı, yüz binlercesinin de kaydını yenilemeyerek okullarını terk ettiği bir dönemden geçiyoruz. Şehir dışındaki üniversitelerin tercih edilmesinden kaçınma eğilimleri artarken, öğrenciler erken dönemde işçileştirilerek ucuz emek ordusunun bir ferdi haline getiriliyor. İşsizlik ve gelecek kaygısı üniversite öğrencilerinin günlük hayatının normal bir parçası artık.

2024 yılı üniversitelerde ihale yolsuzlukları, taciz, mobbing ve hukuksuz uygulamaların yaşandığı bir yıl oldu. Siyasi iktidarın çizgisinde hareket eden rektörlere dair YÖK’e yapılan şikayetler sonuçsuz kaldığından üniversitelerdeki keyfi ve hukuksuz uygulamaların faillerinin yaptıkları hukuksuzluklar arttı.

Eğitimdeki uygulamalara benzer olarak yükseköğretim alanında da dinselleştirme pratikleri hız kazandı. Üniversitelerde evrim ve bilim karşıtı yaradılış teorisini öven sempozyumlar yapıldı. YÖK öncülüğünde umre ödüllü yarışmalar organize edildi. Eğitimde pedagojik yaklaşımlar hiçe sayılarak müftülük ve ilahiyat fakülteleri iş birliğinde din ve değerler eğitimi altında dinselleştirme pratiklerini yaygınlaştıran etkinliklere tanıklık ettik. Siyasi iktidar, YÖK, dini tarikat ve cemaatler iş birliği içerisinde laik ve bilimsel eğitimden daha da uzaklaşıldı.

Vakıf üniversitelerindeki hak ihlallerinin yaşandığı bir başka alan olarak öne çıktı. Güvencesiz istihdam edilen öğretim elemanları sözleşme yenilememe baskısı altında sessizliğe zorlanmaktadır. Vakıf üniversitesindeki eğitim ve bilim emekçileri, devlet üniversitesindeki eğitim ve bilim emekçileri ile aynı akademik sorumlulukları taşımalarına rağmen vakıf üniversitelerindeki eğitim ve bilim emekçilerinin mali, özlük ve demokratik hakları hala devlet üniversitelerindeki eğitim ve bilim emekçileriyle aynı düzeye getirilmedi. Bu yönde talepler ile süren akademisyenlerin işine son verildi.

Üniversiteler Arası Kurul’un doçentlik kriterlerini yap boz tahtasına çevirmesi ve kriterlerde akıl, bilim ve hukukla bağdaşmayan değişikliklere gitmesi ağır hak ihlallerine yol açtı. Özellikle sürekli değiştirilen kriterler geçmişe etki yasağı ve makul geçiş süreci öngörülmesi ilkelerine aykırılıklar barındırmaktadır. Nitelikten çok niceliği ilke edinen söz konusu kriterler nedeniyle paralı kongreler, atıf çeteleri, para karşılığı yazılan tezler ve yayınlar sorunu derinleşti.

50/d, 33/a, 35 gibi maddelerle istihdam edilen araştırma görevlileri arasında görev ve haklar açısından yapılan ayrımcılıklar sürdü. Doktorasını tamamlamış araştırma görevlileri ek koşul aranmaksızın görevlerinde yükselmeli ve unvanlarının hak ettiği kadrolara güvenceli biçimde atanması yönündeki talepler karşılıksız kaldı.

Üniversitelerdeki idari ve teknik personelin hakları ve talepleri görmezden gelinirken, bu arkadaşlarımız ağır biçimde ayrımcı uygulamalara maruz kaldı.  Rektörlerin aşırı yetkilerinden birisini düzenleyen 2547 sayılı kanunun 13-b/4 maddesinin iptal edilmesi talepleri karşılanmazken, bu madde ile rektörlerin akademik ve idari/teknik personeli keyfi biçimde sürgün edebilmesi, görev yerini değiştirebilmesi engellenmedi. Rızası dahilinde görev yeri değiştirilen idari ve teknik personel, görevlendirildiği birimdeki ek ödemelerden faydalanmalıdır. Üniversite yöneticilerinin yolsuzluklarına direnen mali ve idari birimlerdeki personelin maruz kaldığı baskı ve yıldırma politikalarına son verilmelidir. Eğitim ve bilimsel üretim, üniversitenin tüm çalışanlarının kolektif emeğinin ürünüdür. Bu sebeple tüm üniversite idari ve teknik personeline “yükseköğretim tazminatı” adı altında maaş iyileştirmesi yapılmalıdır. “Geliştirme ödeneği”nin akademik personel de dahil olmak üzere adil bir şekilde idari personele de dağıtılması gerekmektedir.

2024 yılında yükseköğretime ayrılan bütçenin yetersiz kalması nedeniyle birçok üniversitede servis ve yemek hizmetleri durma noktasına geldi. Neredeyse tüm üniversitelerde yemekhane ücretlerine fahiş zamlar zam yapıldı ve beslenme hakkı yok sayıldı. Barınma ve yurt sorununa bir türlü çözüm üretilmemesi nedeniyle çok sayıda öğrenci kayıt dondurmak ya da üniversite öğretimini yarım bırakmak zorunda kaldı. Geçtiğimiz üç yıl içinde bir milyonu aşkın öğrenci ekonomik nedenlerle okulu bıraktı. 

2025 YILINDA EĞİTİM HAKKI MÜCADELESİNİ GÜÇLENDİRELİM 

Türkiye, eğitimde nitelik ve memnuniyet açısından OECD ülkeleri içinde son sıralardaki yerini koruyor. Yapılan araştırmalar, ülkedeki sınıfsal eşitsizliğin en net şekilde eğitim alanı üzerinden görmek mümkün. Toplumda giderek derinleşen sınıfsal ve kültürel ayrışma, eğitim sisteminin büyük ölçüde dini kurallara göre düzenlenmesi, yeni eğitim müfredatının hemen her derste dini kurallar ve referansları temel alan bir içerikte hayata geçirilmesi, eğitim alanında yaşanan ve toplumun geleceğini yakından ilgilendiren büyük kuşatma ile karşı karşıyayız.

Eğitim sisteminde yıllardır yaşanan ve katlanarak artan sorunlar, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir amacının olmadığını açıkça gösteriyor. Okullarda yaşanan yoğun dinselleşme ve eğitimi ticarileştirme uygulamaları okullarımızı eğitim yuvası olmaktan hızla uzaklaştırıyor.

Eğitim sisteminde yaşanan dönüşüm, iktidarın siyasal-ideolojik hedeflerinden, ülkedeki ekonomik, toplumsal ve siyasal koşulların gelişiminden ayrı değildir. Bugün karşımızda iki seçenek var; eğitim sistemi ve okullar ya tamamen egemen ideolojiye teslim edilecek ya da sistemin eğitim üzerinden kendi çıkarlarına göre biçimlendirmek istediği çocuk ve gençlerimizin gerçek anlamda kamusal, bilimsel, laik, demokratik ve cins ayrımcı olmayan bir içerikte ve temel bir insan hakkı olan anadilinde eğitim ilkesi çerçevesinde eğitim alması için mücadele edilecektir.

Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okul öncesinden üniversiteye kadar bilimin değil, dini inanç sömürüsünün referans alındığı bir eğitim sisteminin çocuklarımıza, öğrencilerimize verebileceği hiçbir şey yoktur. Eğitim Sen olarak ülkenin ve çocuklarının geleceğinden endişen eden herkesi kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için birlikte mücadeleye, eğitim hakkı mücadelesini güçlendirmeye çağırıyoruz.
Eğitim-Sen