7.⁠ ⁠DÖNEM 1. BAŞKANLAR KURULUMUZU GERÇEKLEŞTİRDİK

7.⁠ ⁠Dönem 1. Başkanlar Kurulumuz, 18-19-20 Ekim 2024 tarihlerinde, Şube ve İl Temsilcilik Başkanlarımızın katılımlarıyla, Ankara’da gerçekleştirildi.
Ülkemizdeki siyasal süreç ve son dönemde yaşanan ekonomik gelişmeler ile birlikte sendikal sürecimiz, örgütlenme çalışmalarımız, eğitim-öğretim sistemine ilişkin sorunların tartışıldığı kurulda, aşağıda yer alan sonuç bildirgesi hazırlanmıştır.

EĞİTİM-İŞ 7. DÖNEM 1. BAŞKANLAR KURULU SONUÇ BİLDİRGESİ 

19-20 EKİM 2024

AKP’nin iktidara geldiği günden itibaren 22 yıldır eğitimde sürdürdüğü dinci ve piyasacı yıkım politikaları 2024-2025 eğitim-öğretim yılının başlangıcında da en yakıcı haliyle kendisini göstermeye devam etmektedir. AKP politikaları çocuklarımızın en temel insan hakkı olan nitelikli kamusal eğitime erişimini gasp etmeye, çocuklarımızı eğitim sisteminin dışına çıkarmaya, okullarımızı Diyanet İşleri Başkanlığıyla, cemaat ve tarikatların işgaline açmaya, laik, bilimsel, çağdaş, ulusal, eşit, parasız, kamusal, nitelikli eğitimi ortadan kaldıran ve eğitimi piyasalaştıran adımları atmaya devam etmektedir.

‘Milli eğitim’, 2024-2025 eğitim-öğretim yılına bir önceki dönemden daha da ağır sorunlarla girmiştir. İktidar ve MEB eliyle eğitim, güncel siyasetin ve hamasetin aracı haline getirilmeye çalışılırken; önceki dönemlerden devreden sorunlara bu eğitim-öğretim döneminde yenilerinin eklendiği tartışmasız bir gerçektir. Yeni dönem şu manzarayla başlamıştır:

Ülke genelinde 61.111’i devlet okulu olmak üzere toplam 75 bin 467 okul/kurum bulunmaktadır. Bu okullarda/kurumlarda 18.710.265 öğrenci eğitim görmektedir, bunların 1.631.192’si özel okullardadır. 134.146’sı devlet okullarında olmak üzere 742.829 derslik bulunmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı’nda kadrolu ve sözleşmeli personel olarak eğitim-öğretim hizmetleri sınıfında 1.033.848, genel idare hizmetleri sınıfında 41.200, yardımcı hizmetler sınıfında 32.677, teknik hizmetler sınıfında 5.333, sağlık hizmetleri sınıfında 703, avukatlık hizmetleri sınıfında 313 ve diğer statülerde 4.359 olmak üzere toplamda 1.118.433 personel istihdam edilmektedir.

Okul ve derslik sayısındaki büyük açık yine kapatılamamıştır. AKP’nin yıllar önce sonlandırmaya söz verdiği ikili eğitim uygulaması hala sürdürülmektedir. İkili eğitim yapan okullarda bilimsel ilkelere aykırı olarak ders süreleri 30 dakikaya düşürülmüş ve eğitimde eşitlik ilkesi bir kez daha baltalanmıştır.

Tasarruf tedbirleri söylemleri ile okullarımıza yeterli sayıda temizlik personeli alınmamış, okulların temizlik, bakım, onarım gibi hayati ihtiyaçları görmezden gelinmiştir. İl/ilçe milli eğitim müdürlükleri hariç yardımcı hizmetler sınıfında bulunan personel sayısı sadece 18.827’dir. Yani okul sayısının çeyreği kadar bile kadrolu yardımcı personel yok. Okullarımızda temizlik ve güvenlik temel sorun haline gelmiş, öğrencilerimizin sağlığı MEB eliyle tehlikeye atılmıştır. Eğitim kurumlarında temizlik ve güvenlik görevlisi atanmamış, okul yöneticileri bu ihtiyaçları karşılamak için velilerden zorunlu bağışlar talep etmek zorunda bırakılmıştır. Velilerden sürekli bağış talep edilmesi, eğitim sisteminin içinde bulunduğu mali sıkıntının açık bir göstergesidir.

Zengini daha zengin, halkın geri kalanını ise daha yoksul yapan ekonomik krizde OECD verilerine göre Türkiye'de her beş çocuktan biri yetersiz beslenmekte ve her dört çocuktan biri okula aç gitmektedir. Çocuklar okullarda musluklardan su içmekte, veliler servis ücretlerini karşılamakta zorlanmaktadır. Üstelik kırtasiye masrafları da enflasyon yüzünden her geçen gün büyüyen bir sorun haline gelmiştir. Tüketici Fiyat Endeksi Temmuz 2024 verilerine göre eğitim harcamaları bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 104,5’lik bir artış göstermiştir.

Eğitimdeki gericiliğin dozu her geçen gün artmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı adeta paralel Eğitim Bakanlığı haline gelmiş, cemaat ve tarikatların işgali altındaki okulların laik iklimini yok etmiş, eğitimi bilimsellikten daha da uzak bir hale getirmiştir. Vakıf adı altında açılan cemaat ve tarikat okulları, sıbyan mektepleri, medreselerle Tevhid-i Tedrisat Kanunu yok sayılmaktadır. Öğretim birliğine aykırı bu uygulamaları kabul etmemiz mümkün değildir. 

Eğitimcilerin ve eğitim meslek örgütlerinin görüşü alınmadan hazırlanan 'Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli' kapsamındaki yeni müfredat, anasınıfı ile 1, 5 ve 9. sınıflarda ilk kez uygulamaya konulmuş ve bunun acı sonuçları da eğitim öğretim yılının ilk aylarında, ders içerikleri ve ders araç gereçleri üzerinden görülmeye başlanmıştır, bundan sonra da eğitim gündeminin en sorunlu konularından biri olmaya devam edecektir.

İktidarın bilerek zorunlu eğitim kapsamına almadığı okul öncesi eğitimde ise gericiliğin ve piyasacılığın dozu gün geçtikçe artmakta; pedagojiye, bilime, laikliğe aykırı faaliyetler denetimsizliğin de verdiği güvenle kanserli hücre gibi yayılmaktadır. Çoğunluğu vakıf görünümlü cemaat ve tarikatlara ait olan özel okulöncesi eğitim kurumlarının sayısının bu dönemde artış göstermesi, okulöncesi eğitimde gericiliğin dozunun artırıldığının göstergesidir.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın eğitimi gericileştirmedeki son buluşu olan Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum Projesi (ÇEDES), sadece laik eğitime saldırmak için değil, aydın eğitimcileri sistem dışına atmak için de kullanılmaktadır. Nitekim Mersin’de veli izin belgesi olmadığı için çocukları ÇEDES etkinliğine göndermeyen iki üyemize “dini eğitime engel olma” suçlamasıyla ceza verilmiş olması ÇEDES’in gerçek amacını ortaya koymaktadır. Eğitim-İş olarak bu karanlık niyeti boşa çıkarmak elbette bizim boynumuzun borcu, tarihsel sorumluluğumuzdur. Önce Başöğretmenin sonra ailelerinin kendilerine emanet ettiği öğrencilere sahip çıkan, liyakatsiz yöneticilerin dayatmalarına rağmen yasa ve yönetmelikler çerçevesinde laik eğitimden yana taraf olan öğretmenimizle gurur duyuyor, mücadelelerinde sonuna kadar yanlarında olduğumuzu ilan ediyoruz.

İktidarın seçimlerin hemen sonrasında bin bir vaatle gittiği deprem bölgelerinde eğitim daha da vahim bir hale gelmiştir. Depremin ardından geçen süreye rağmen eğitim sorunları hala çözüme kavuşturulamamış, öğrencilerimiz için sağlıklı ve güvenli bir eğitim ortamı sağlanamamıştır. Öğretmenlerimizin ihtiyaçları karşılanmamıştır. Yarım kalan onarımlar, paylaşılmak zorunda kalınan okullar ve ikili eğitim uygulaması, sınıf birleştirmeleri zaten zor olan eğitim süreçlerini daha da çıkmaza sokmaktadır. Toplu ulaşımda aksaklıklar devam ederken taşımalı eğitimin de sınırlandırılmış olması hem öğrencileri hem de öğretmenleri zor durumda bırakmakta, eğitime erişimi engellemektedir. Konteynırlarda kalmaya devam eden çocuklara yönelik gerekli psikolojik destek verilmediğinden çocuklar zararlı alışkanlıklara yönelmektedir. Tasarruf tedbirleri kapsamındaki genelge ile öğrencilerin nitelikli eğitim hakkı ve öğretmenlerin sağlıklı barınma hakkının hiçbir şekilde kısıtlanmaması için Eğitim-İş olarak mücadelemiz sürecektir.

İktidar çocukların korunmasında tarikatların taleplerine karşı gelmemektedir. Çocuklara yönelik din ve gelenek adına oluşturulan talepler iktidar tarafından desteklenmektedir.  Bu durum ülkede yaşanan ağır ekonomik krizle birleştiğinde çocukların eğitimden kopmasına ve binlerce çocuğumuzun eğitim dışına çıkmasına, okul terklerinin artmasına yol açmıştır. 2023-24 MEB istatistiklerine göre eğitim dışındaki çocuk sayısı yüzde 38,4 artarak 612 bin 814’e yükselmiştir. Bu sayıyla eğitim dışındaki çocuk sayısı son üç yılın en yüksek seviyesine çıkmıştır.

Açıköğretim ve mesleki eğitim de bu dönemde iki büyük sorun olarak karşımızdadır. Kapsamı ve niyeti değiştirilen açık öğretim, zorunlu eğitim kavramının anti tezi gibi öğrencileri eğitimden ve okul hayatından koparmakta hem eğitimin homojenliğini baltalamakta hem de çocuk işçiliğini artırmaktadır.  Açıköğretimde kayıtlı 1 Milyon 200 bini aşan ve MESEM’lerde kayıtlı 385 bin öğrencimiz göz önünde bulundurulduğunda eğitim hakkından yararlanamayan çocuk sayısı 2 milyonu bulmaktadır.

Her ile bir üniversite açan AKP iktidarı bu üniversiteler için yurt yapmamakta, çocuklarımızı, gençlerimizi tarikat ve cemaatlerin eline teslim etmektedir. Bu karanlık düzene direnenleri de açlık ve yoksulluğa iterek barınma haklarını bile ellerinden almaktadır. Devletin resmi inşaat kurumu TOKİ rezidanslar yaparken, eğitim ve barınma gibi temel gereksinimleri karşılamaktan çok uzaktır. TOKİ lüks konutlar, rezidans ve saray yapacağına okul yapmalıdır, yurt yapmalıdır. Çocuklarımızı rant ve tarikat çetelerinin eline itmemelidir.

Bakanlık birçok ilde öğrenci sayısı 30’un altında olan sınıfları birleştirerek sınıf mevcutlarını 40-50 öğrenciye çıkarmıştır. Bu yolla derslik ve öğretmen eksiğini gizlemeye çalışmaktadır. Ayrıca ülke genelindeki yaygın ikili öğretim uygulaması derslik eksikliğinin bir başka göstergesidir. Nitelikli eğitim için bilimsel olarak bir sınıfta bulunması gereken öğrenci sayısı 20-24 arasındadır. Sınıf mevcutları bu sayının üstüne çıkartılmamalıdır.

Öğretmen atamaları yapılmamış, mülakat sonuçları açıklanmamış, atama bekleyen öğretmenler mağdur edilmiştir. Öğretmen ihtiyacı ücretli öğretmenlerle karşılanmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde çalışan ücretli öğretmen sayısı 100 bine yaklaşmıştır. Bu durum hükümetin işletmeci zihniyetinin yansımasıdır. Hayatlarının en verimli döneminde 30 gün çalışmasına karşın sigortası eksik yatan, ay sonunda asgari ücret bile kazanamayan bu öğretmenlerimiz iktidar tarafından sömürülmektedir. AKP’nin bu adaletsiz düzenini kınıyor, aynı işi yapan öğretmenler arasındaki kadrolu, sözleşmeli, ücretli ayrımını asla kabul etmiyoruz. Öğretmenlerin kadrolu ve güvenceli çalışmasının gerekliliğini bir kez daha dile getiriyoruz.  

Bu yıl eğitim emekçisinin ekonomik krizden kaynaklı olarak eğitim-öğretime en yoksul başladığı dönem olmuştur.  Bu dönemde öğretmenlerin alım gücü düştüğünden daha yoksul hale gelmişlerdir. Uzmanlıklarını hiçe sayan meslek kanunu nedeniyle öğretmenliğin saygınlığı yok edilmiştir.  Liyakatsizce seçilen yöneticiler, iktidar tarafından tüm rezaletlerine rağmen koltuklarında tutulduğu için öğretmenler haklarından daha da endişe ederek sınıflarına girmektedir.

Gündeme geldiği ilk günden itibaren sendikamızın, öğretmenlerin, eğitim emekçilerinin karşı çıktığı, itiraz ettiği Öğretmenlik Mesleği Kanunu iktidar partisi milletvekillerinin parmak çoğunluğu ile kabul edilmiştir. Bu haliyle yasalaşan Öğretmenlik Meslek Kanununu kabul etmemizin mümkün olmadığını bir kez daha ifade ediyoruz.  Bu kanun, hep söylediğimiz gibi, öğretmenleri ayrıştırmaktadır, iş yeri barışını, öğretmenler arası dayanışmayı yok etmektedir, eğitim fakültelerinde verilen eğitimi ve öğretmenlik diplomalarımızı yok saymaktadır. Bu kanun iktidarın itaat eden, boyun eğen kendi öğretmenini yetiştirme projesidir. Kariyer basamakları ve ayrıştırma değil, tüm öğretmenlere insanca çalışma koşulları ve yoksulluk sınırı üstünde ücret talep ediyoruz.  ⁠Öğretmenlerin ve sendikalarının görüşlerini alınarak hazırlanacak olan, öğretmenlerin haklarını ve taleplerini içeren, liyakatı esas alan bir öğretmenlik meslek kanunu için mücadele etmeye, öğretmenlerin, eğitim emekçilerinin hakkını korumaya ve her ortamda onların sesi olmaya devam edeceğiz. 

Milli Eğitim Bakanlığı memur ve yardımcı hizmetler sınıfında yaşanan sorunları, kadrolu personel atamasıyla kalıcı olarak çözmelidir. Kadrolu çalışma her emekçinin en temel anayasal hakkıdır. Eğitim ödeneği tüm eğitim emekçilerine bir maaş tutarında ödenmelidir. Öğretmen atamalarında, EKYS, GYS gibi eğitim emekçilerine uygulanan tüm sözlü sınavlar yani mülakat kaldırılmalıdır. Lisans mezunu tüm kamu çalışanlarına 3600 ek gösterge hakkı verilmelidir.

Bilimsel çalışmaları ve toplumu aydınlatan uygulamalarıyla örnek olması gereken üniversitelerimiz tek adam zihniyetiyle atanan liyakatsiz rektörlerce yozlaştırılmakta, özgür bireyler yerine itaat ve biat eden nesiller yetiştirecek bir eğitim modelini dayatılmaktadır. Çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmanın ve kalkınmanın temel unsurlarından biri olan üniversitelerin özerkliğinin tam olarak sağlanması, siyasi müdahalelerin önlenmesi, akademik kadroların niteliğinin arttırılması, araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesi, üniversitelerin daha etkin bir şekilde işlev görmesi için elzemdir.  Üniversite öğrencilerimiz, idari personelimiz ve akademisyenlerimiz kendilerini özgürce ifade edememektedir. Haklarını aramak istediklerinde ise iktidara kulluk eden rektörler tarafından mobbinge uğrayıp disipline verilmektedir. Gerek kamu gerekse özel/vakıf üniversiteleri aldıkları senato kararlarıyla akademisyenlerimizi itaat etmeye zorlayıp akademisyen kıyımı yapmaktadır. İdari personelimiz performans değerlendirmesiyle ağır mobbingle karşı karşıya bırakılmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın, yalnızca kadın öğretmenlere yönelik olarak "Etkili Öğretmenlik için Dış Görünüm ve Giyim Kodları" adı altında bir ders başlatması, Cumhuriyet değerleriyle tamamen çelişen, ayrımcı ve kabul edilemez bir uygulamadır; toplumsal cinsiyet eşitliğine vurulmuş bir darbedir. Cumhuriyet öğretmeni yalnızca bilgi, tecrübe ve bilimsellikle değerlendirilmelidir. Cumhuriyet öğretmenine kıyafet dayatmak, mesleğini icra ediş biçimine karışmak, hiç kimsenin haddine değildir! Cumhuriyet’in değerlerine sahip çıkan, eğitimde liyakati ve bilimsel niteliği esas alan öğretmenler olarak, bu tür baskılara boyun eğmeyeceğiz.

Bu dönemde kadın ve çocuklara yönelik şiddet artmaktadır. Kadınların ve çocukların her an, her yerde şiddete maruz kalma tehlikesiyle yaşadıkları bir toplumda, hukukun üstünlüğünden, adaletten söz edilemez. Yıllardır süregelen cezasızlık politikaları, failleri cesaretlendirmekte ve bu vahşetin önünü açmaktadır. Kadına ve çocuğa yönelik şiddeti durdurmak siyasi iktidarın görevidir. Şiddete karşı susmayacağız! Kadınlar özgürleşene, çocuklar güvenle büyüyene kadar mücadelemiz sürecek!

Milli Eğitim Bakanlığı, Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün anıldığı Atatürk Haftası’nı, 9 Kasım’da başlatılan bir ara tatil ile gölgelemeyi amaçlamaktadır.  Atatürk Haftası’nın 10-16 Kasım tarihleri arasında olduğu herkes tarafından bilinirken, bu tarihlere denk getirilen ara tatil kararı, yalnızca bir tesadüf olarak değerlendirilemez. Bunun bilinçli bir adım olduğu açıktır. Geçmişte de 10 Kasımlarda ve ulusal bayramlarda alınan kararlarla Cumhuriyet'in değerlerini ikinci plana itme çabalarına defalarca tanık olduk. Öğrencilerin ve öğretmenlerin Atatürk'ü anma törenlerine ve etkinliklerine katılmasını engelleyen bu karar, Cumhuriyet karşıtlığına hizmet eden bir tutumun göstergesidir. MEB, Milli Eğitim Temel Kanunu’na göre çocuklarımıza Cumhuriyet'in değerlerini, Atatürk ilke ve devrimlerini öğretmekle yükümlüdür. Daha önce Milli Eğitim Teşkilatını düzenleyen mevzuattan Atatürk’ü tamamen silen, ulusal bayramların kutlanmasına yasak getiren, ders kitaplarından Atatürk İlke ve devrimlerine uygunluk koşulunu kaldıran MEB, Atatürk'ün ulusun kalbindeki yerinin asla yok edilemeyeceğini bilmelidir. Atatürk’ün mirasını yok saymaya çalışan bu tür kararların hiçbir mazereti olamaz. Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk’ün layık olduğu şekilde anılmasını sağlamak için Eğitim-İş olarak mücadelemiz devam edecektir.

Etkinliklerimize "Kıbrıs Tatlısı" İle Devam Ediyoruz Etkinliklerimize "Kıbrıs Tatlısı" İle Devam Ediyoruz

666 sayılı eşit işe eşit ücret kararnamesindeki haksızlıkların ve çelişkilerin bir an önce düzeltilmesi gerekmektedir. Emekçilerimizin maaşını etkileyen, cebine giren ücreti azaltan bu kararname ihtiyaçlara cevap verememektedir.

Kamu emekçilerinin çalışma şartlarını olumsuz etkileyen başta vergi dilimi soygunu olmak üzere, uzun çalışma saatleri, kayıt dışı işgücünün artması, yardımcı personelin sorunları, atama sistemindeki sıkıntılar, atama sıralarının işletilmemesi, aday öğretmenlerin kadroya geçmesindeki mülakat sistemi, adaletsiz ek dersler, yönetici atamalarındaki liyakâttan uzak kadrolaşma ve mülakat uygulaması, ataması yapılmayan yüz binlerce öğretmenimizin sorunları, kölelik sistemini çağrıştıran ücretli öğretmenliğin bir istihdam modeline dönüşmesi, sözleşmeli öğretmenlerimizin özlük ve sosyal güvence kayıpları, üniversitelerimizdeki akademik ve idari personelin sorunları konusunda mağduriyetler, işyerindeki her türlü sözlü ve fiziksel tacizler devam etmektedir.

Art arda gelen zamlar, artan enflasyon, yüksek döviz kurları emekçilerimizi her geçen gün yoksullaştırmaktadır. Vergisini peşin ödeyen, devlete bir kuruş vergi borcu olmayan kamu emekçileri parasının alım gücünün düşmesiyle temel gereksinim maddelerini bile alamamaktadır. TÜİK yetkilileri enflasyon oranlarını düşük açıklayarak emekçilerin cebine girecek maaşın azalmasına neden olmakta ve suç işlemektedirler.

AKP iktidarının kadını yok sayan sosyal politikaları, kadın cinayetlerini engelleyememiştir. Öğrenci, akademisyen, işçi, ev hanımı birçok kadınımız her geçen gün katledilmeye devam ediyor. Kadının yaşamını ve çalışma özgürlüğünü güvence altına alan İstanbul sözleşmesinin kaldırılmasını doğru bulmuyoruz. İlk imzayı atan ülke olarak bu sözleşmenin tekrar yaşama geçmesi için yürüttüğümüz hukuk mücadelesinin sonuna kadar takipçisi olacağız.

19. Kuruluş yıldönümümüzü kutladığımız bugünlerde Eğitim-İş olarak kuruluş ilkelerimizden, Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği akıl ve bilim yolundan sapmadan kamu emekçilerinin umudu olmaya, grevli toplu sözleşmeli sendikal mücadeleyi savunmaya, Cumhuriyetimize sahip çıkmaya devam edeceğiz. Yaşasın Cumhuriyet!