25 Kasım 1960, Dominik Cumhuriyeti’nde faşist Trujillo Hükümeti’ne karşı mücadele veren Mirabel kardeşlerin vahşice katledildiği karanlık bir gün olarak tarihe geçmiştir. Birleşmiş Milletler, bu acı olayı unutturmamak ve kadın hakları mücadelesine dikkat çekmek amacıyla 1999 yılında bugünü “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Dayanışma Günü” ilan etmiştir.

Kadına yönelik şiddetle mücadele, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve Birleşmiş Milletler kararları doğrultusunda, devletin birincil sorumluluklarından biridir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 17. maddesi, “kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığını” güvence altına alırken, hiçbir bireyin “insan onuruyla bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamayacağını” açıkça belirtmektedir. Ancak kadına yönelik şiddetin artışı, bu anayasal güvencelerin kâğıt üzerinde kaldığını göstermektedir.

Türkiye, kadına yönelik şiddet konusunda OECD ülkeleri arasında en kötü performansa sahip ülkelerden biridir. OECD verilerine göre, kadınların hayatlarında en az bir kez eş veya partner şiddetine maruz kalma oranı OECD ortalamasında %21,6 iken, Türkiye’de bu oran %38’dir. 2024 yılının ilk 10 ayında, erkekler en az 327 kadını öldürmüş; AKP iktidarının başladığı 2002’den bu yana öldürülen kadın sayısı 8 bin 500’ü aşmıştır. Bu acı tablo, kadınların can güvenliğini sağlayacak politikaların eksikliğini ve siyasi iktidarın sorumluluğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Kadın cinayetlerinin bu vahim boyutlara ulaşmasında, iktidarın kadınları değersizleştiren ve cinsiyet eşitliğini hedef alan politikalarının büyük etkisi vardır. Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı, kadınların yasal ve sosyal güvencelerini ciddi biçimde zayıflatmıştır. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddeti önlemede uluslararası bir rehber niteliğindeyken ve devletlere bağlayıcı yükümlülükler getirirken, bu sözleşmeden çıkılması, şiddet gören kadınların başvurabileceği mekanizmaları etkisizleştirmiş, kadın cinayetlerinin artışına zemin hazırlamıştır. Bu adım, kadınların can güvenliğini hiçe sayan bir anlayışın yansımasıdır ve toplumsal eşitlik mücadelesine vurulmuş bir darbedir.

Eğitim-İş olarak, kadına yönelik şiddetin son bulması, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadınların hayatın her alanında özgürce var olabileceği bir düzen kurulması için mücadelemizi kararlılıkla sürdürüyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden hayata geçirilmesi, kadınların yaşam haklarının korunması ve şiddetin kökünden kazınması için sesimizi her geçen gün daha güçlü bir şekilde yükselteceğiz.

Kadına yönelik şiddetin olmadığı, eşit ve özgür bir dünya mümkün! Eğitim-İş olarak, bu hedef doğrultusunda dayanışma içinde mücadeleye devam edeceğiz.

Netanyahu hakkındaki tutuklama kararını destekliyoruz Netanyahu hakkındaki tutuklama kararını destekliyoruz

MERKEZ YÖNETİM KURULU