14-22 Kasım tarihleri arasında illerde; 30 Kasım’da Ankara’dayız! “Geçinemiyoruz, Yoksulluğa Karşı Mücadelede Birleşiyoruz!”

KESK olarak asgari ücretlisinden emeklisine, çiftçisine, öğrencisine, işçisine, kamu emekçisine hepimiz için insanca yaşamaya yetecek bir ücret başta olmak üzere, emeğin hakları için 30 Kasım tarihinde Ankara’da “Geçinemiyoruz, Yoksulluğa Karşı Mücadelede Birleşiyoruz! Şiarıyla gerçekleştireceğimiz mitingimizin örgütlenme çalışmaları 14 Ekim’de KESK Yürütme Kurulu Üyelerinin ve sendikalarımızın MYK üyelerinin katılımıyla 56 ili kapsayacak şekilde başladı.

14 – 18 Ekim 2024 haftasında; Diyarbakır, Mardin, Van, Ağrı, Ş.Urfa, G.Antep, Hakkâri, Şırnak, Batman ve Siirt illerini kapsayan çalışmalara ait video, kolaj fotoğraflar ve basın açıklamaları aşağıdadır:

30 Kasım’da Ankara’dayız! “Geçinemiyoruz, Yoksulluğa Karşı Mücadelede Birleşiyoruz!”

İşsizliğin, yoksulluğun, güvencesizliğin tüm toplumu sardığı koşullarda önemli bir sürece, bütçe sürecine girmiş bulunuyoruz.

Orta Vadeli Programın (OVP) 4 Eylül 2024 tarihli Resmî Gazetede yayımlanması ile bütçe süreci başladı. Bütçe yasa tasarısının da 17-18 Ekim gibi parlamentoya sunulması bekleniyor.

Hepimiz biliyoruz ki, bütçeler sadece birtakım rakamlara, bilançolara cetvellere yer verilen metinler değildir. Bütçeler bir ülkede kaynakların, gelirlerin kimlerden toplandığını ve söz konusu gelir ve kaynakların kimler için kullanılacağını gösteren belgelerdir.

Ödediğimiz vergilerden aldığımız maaşlara-ücretlere, sosyal haklarımızdan yararlanacağımız kamu hizmetlerine kadar hayatımızın hemen her alanı bütçe ile belirlenmektedir.  Dolayısıyla herhangi bir ülkedeki mevcut sistemin kimden veya kimlerden yana olduğunu anlamanın en kolay yolu bütçesine bakmaktır.

Kaynaklar, gelirler kimlerden toplanıyor, kimlerin faydası için kullanılıyor? Temel soru budur.

Bu açıdan bakıldığında ülkeyi yönetenlerin yıllardır yaptıkları birbirinin kopyası bütçeler ile tercihlerini hep patronlardan, zenginlerden, sermayeden yana kullandıkları ortadadır. Buna karşın söz konusu bütçelerde kaybeden hep halkın ezici çoğunluğunu oluşturanlar, alın teri ile geçim savaşı verenler olmuştur.

Çünkü bugüne kadar yapılan bütçelerde:

  • Halkın, emekçiler olarak bizlerin bütçe hakkı yok sayılmıştır. Yani bütçe yapım süreçlerinde emekçilerin, halkın, onların temsilcileri olan sendikaların, konfederasyonların, meslek odalarının, birliklerin talepleri hiç dikkate alınmamıştır. Kamu gider ve gelirlerinin belirlenmesinde bizlere hiçbir söz hakkı tanınmamıştır. Halk adına bütçeyi denetlemekle görevli Sayıştay’ın yetkileri dahi kuşa çevrilmiştir.

Vergi adaletsizliği gittikçe derinleştirilmiştir. Hem dolaylı hem dolaysız tüm vergilerin yükü biz bordroluların omuzlarına yıkılmıştır.

  • Üstelik bizden toplanan vergiler ne insanca yaşamaya yetecek bir ücret ne de “yol, su, elektrik” olarak bize dönmüştür. Bütçeden başta eğitim ve sağlık hizmetleri olmak üzere kamu hizmetlerine, yatırımlarına ayrılan pay gittikçe azaltılmıştır.
  • Toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme göz ardı edilmiştir. Yıllardır şiddete, güvencesiz istihdama maruz bırakılan kadınlar bütçede de yok sayılmıştır.
  • Hem ücretlerimizden hem de tüketimimizden kesilen vergiler patronlara, “muafiyet”, “istisna”, “teşvik”, “vergi indirimi”, “vergi affı” olarak aktarılmıştır.
  • Vergilerimiz, faize, Kur Korumalı Mevduat (KKM) sistemine, müşteri garantili şehir hastanelerine, yol, köprü, havaalanı, tünel inşaatı müte­ahhitlerine, “beşli çeteye”, sermayeye gitmiştir. Halkın itibarı ayaklar altına alınırken vergilerimiz sarayın mutfak harcamalarına, yüzlerce araçlık koruma konvoylarına, nereye, kime harcandığını bilmediğimiz örtülü ödeneklere gitmiştir.
  • Savunma ve güvenlik adı altında yapılan harcamalar gittikçe şişirilmiştir. Kutuplaştırıcı, çatıştırmacı politikalarla, insan haklarının yok sayıldığı adaletsiz uygulamalarla hepimizin gelecek kaygısı büyütülmüştür.

Kısacası bugüne kadar yapılan bütçelerde aslan payı hep sermayeye, patronlara, savunma ve güvenlik adı altında silah sanayisine, çatışma ve savaşa ayrılmıştır.

Sonuçta emeği ile geçim mücadelesi veren tüm kesimlerin payına yoksullaşma, işsizlik, güvencesizlik ve gelir dağılımı adaletsizliği düşmüştür.

Değerli Basın Emekçileri,

Tüm bunlara rağmen iktidar alın teri ile yaşam savaşı veren ezici çoğunluğu içine ittiği tabloyu 2025 bütçesi ile daha da karartmayı hedeflemektedir.

Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir. Hem iktidarın mevcut ekonomik modeli hem de bunun bir parçası olarak arka arkaya açtığı tasarruf ve vergi paketleri ve son olarak OVP bu durumu ispatlamaktadır.

Bilindiği üzere 2019 sonundan 2023 Mayıs seçimlerine kadar olan dönemde düşük merkez bankası politika faizi, yüksek kura dayalı bir ekonomik model uygulanmıştır.

Dönemin Hazine ve Maliye Bakanı modeli şu cümleler ile özetlemişti. “Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor”

1. Dereceye 3600 Ek Gösterge çalışması bir an önce tamamlanmalıdır 1. Dereceye 3600 Ek Gösterge çalışması bir an önce tamamlanmalıdır

2023 seçimlerinden hemen sonra geçilen mevcut ekonomik modelde de çarklar yine emeği ile geçinenlerin daha fazla yoksullaştırılması, işsiz bırakılması pahasına döndürülmektedir.

KESK olarak “rasyonel” diye cilalanan, “çare” olarak gösterilen ekonomik modelin, daha ilk günlerde IMF’siz IMF programı olduğuna dikkat çekmiştik.

Modelin temel ayakları olan 12. Kalkınma Planı, Orta Vadeli Program ve 2024 Bütçesi ile alın teri ile yaşam mücadelesi veren tüm kesimlere bir “Bermuda Şeytan Üçgeni Tuzağı”  kurulduğunun altını çizmiştik. Aradan geçen bir yılı aşkın zamanda yaşananlar bizi haklı çıkarmıştır.

İktidar söz konusu modele geçer geçmez 2023 Mayıs seçimlerini kazanmak için kaşıkla verdiğini kepçe ile geri almak için düğmeye basmıştır.

  • Önce KDV ve BSMV oranları, harçlar fahiş oranda arttırılmıştır. Ardında ek bütçenin yükü yine emekçilere, halka yıkılmıştır.
  • “Tasarruf” adı altında servis, nöbet ücreti, mesai ücreti gibi kazanılmış haklarımız ortadan kaldırılmıştır. Kamu lojmanlarının ve sosyal tesislerinin ücretleri “ekonomiye kazandırma” adı altında arttırılmıştır.
  • Kamuda işe, göreve alımlar sadece emekli olanların ve hayatını kaybedenlerin sayısı ile sınırlanmıştır. Kamu emekçileri sefalet düzeyine inen aylıklar nedeni emekli olamadığı için kamunun kapıları gençlere kapatılmıştır.
  • Bugün “Tasarruf” adı altında kamunun elindeki iş makinaları satılmakta, çalışanların en çok ihtiyacı olan kamu kreşleri dahi “Maliyeti yüksek” denilerek kapatılmaktadır.
  • Okullarda İşgücüne Uyum Programı (İYUP) adı altında haftanın sadece üç günü, günlük net 565 TL ücretle geçici temizlik görevlisi çalıştırılmasına geçilmiştir. Ancak kimse bu paraya evinden dahi çıkamadığı için okullar adeta çöplüğe çevrilmiştir.

Buna rağmen iktidar son OVP ile kamusal emeklilik ve sosyal güvenlik sisteminin tamamlayıcı emeklilik ile tasfiye edilip kıdem tazminatının ortadan kaldırılmasından emeklilik yaşının yükseltilmesine, “yeni nesil çalışma biçimleri” adı altında esnek-güvencesiz istihdamın yaygınlaştırılmasından ücret ve maaşların gerçekleşen değil, hedeflenen düşük enflasyon rakamlarına göre arttırılmasına kadar bir dizi saldırı ile elimizde kalan son haklara da göz koymaktadır.

Kısacası iktidar OVP ile emekçiler açısından 3 yıl ileriyi değil, 200 yıl geriyi, 19. Yüz yıl kölelik koşullarını hedeflemektedir.

İktidar son olarak 3 gün önce TBMM’ye sunduğu yasa teklifi ile Savunma Sanayi Destekleme Fonu’na kaynak aktarmak adına yeni bir soyguna daha hazırlanmaktadır.

 

Buna göre:  

  • Vergi beyannamelerinden gümrük idarelerine verilen beyannamelere, sosyal güvenlik kurumlarına verilen beyannamelere kadar her beyanname başına ikinci bir damga vergisi alınması,
  • Tapu ve kadastro işlemlerinden, taşınmaz satışlarında alıcı ve satıcıdan ayrı ayrı 750 TL, diğer işlemlerde adına işlem yapılandan 375 TL,
  • Limiti 100 bin Türk lirası ve üzerinde olan kredi kartlarının hamillerinden her bir kart başına yıllık 750 TL,
  • Noterdeki işlemlerden, taşınmaz satışlarında tapuda alınan bedel kadar,
  • Sıfır araçların tescil işlemlerinde 3.000 TL, ikinci el araçların her çeşit satış ve devirlerinde 1.500 TL
  • Noterlik ücreti alınan diğer işlemlerde işlem başına 75 TL alınması hedeflenmektedir.
  • Motor silindir hacmi 100 cm3 altında olan motosikletlerden, motor gücü 6 kW ve altı olan motosikletlerden bile Motorlu Taşıtlar Vergisi alınması hedeflenmektedir.

Kısacası yıllardır Filistin halkının yaşadığı acılar üzerinden sadece hamaset nutukları atmakla yetinen, İsrail ile askeri ve ticari ilişkilerini sürdürmek için her türlü yola başvuran iktidar hayat pahalılığı ve işsizlikle savaşmak yerine suni bir savaş tehdidi yaratmıştır.

Bu suni tehdidinin meyvelerini toplamak için “milli birlik ve beraberlik, aynı gemideyiz” gibi yıllardır tekrar ettiği nakaratlar ile elini bir kez daha bizlerin cebine atmaktadır.

 

Değerli Basın Emekçileri,

Burada sizlerle mevcut yoksulluğa, işsizliğe, gelir adaletsizliğine, milyonların artan borç yüküne ilişkin rakamları, verileri uzun uzadıya paylaşacak değiliz.

Ancak şu kadarını söylemeden geçmek de olmaz.

İktidar takla attırılan TÜİK rakamlarına dayanarak “Enflasyonda düşüş trendi sürüyor!” dese de bu suni rakamlara göre bile enflasyon düşmemiş, sadece baz etkisi ile artış hızı yavaşlamıştır.

Kaldı ki Türkiye %49,38’lik TÜİK enflasyon oranı ile bile OECD ülkeleri içinde de Avrupa ülkeleri içinde de açık ara öndedir. Avrupa’da Türkiye dışında çift haneli yıllık enflasyon yaşayan başka bir ülke yoktur. Avrupa’daki 31 ülkenin yıllık enflasyonu Türkiye’nin temmuz ayında %3.23 olan aylık enflasyonun altında kalmıştır.

Türkiye’de başta emekliler, asgari ücretliler, işsizler olmak üzere 70 milyon yurttaş yoksulluk sınırı altında, 30 milyon yurttaş ise açlık sınırının altında bir gelirle yaşam savaşı vermektedir.

Devletin resmi rakamları da tüm toplumu saran bu yoksulluğu, sefaleti teyit etmektedir.

Ülkede gelir dağılımı adaletsizliği de hiç olmadığı kadar derinleşmiştir.

Toplumun gelirden en fazla pay alan %5’lik kesiminin geliri, en düşük pay alan %5’lik kesiminin 28 katına çıkmıştır.  En zengin %1’lik kesim toplam gelirin %19’unu alırken geriye kalan %99 gelirin %81’ini paylaşmaktadır.

Tıpkı enflasyonda olduğu gibi işsizlikte de TÜİK vasıtasıyla rakamlara takla attırılsa da bugün geniş tanımlı işsizlik oranı %27,2’ye çıkmıştır.

DİSK-AR çalışmasına göre geniş tanımlı kadın işsizliği %35,7’ye, geniş tanımlı toplam işsiz sayısı ise 11 milyona ulaşmıştır. Üstelik her 3 çalışandan 1’i kayıt dışıdır.

Emekçilerin, dar gelirli yurttaşların içine itildiği borç batağı da büyümüştür.

Çünkü ihtiyaç kredisinden konut kredisine taşıt kredisinden kredi kartlarına kadar tüm borçlanma faizlerinde astronomik artışlar yapılmıştır. Buna milyonlarca yurttaş maaşı-ücreti yetmediği için kredi kartına başvurmak zorunda kalmaktadır.

Batık kredi kartı borcu son 14 ayda %333 artışla 43,7 Milyar TL’ye çıkarken batık ihtiyaç kredisi borcu ise %81 artışla 45,8 Milyar TL’ye çıkmıştır.

Emekçilerin geliri eriyip borcu artarken Türkiye uluslararası sermayeye en yüksek faizi veren ülke konumuna getirilmiştir.

İktidar göz göre göre ülkenin geleceğini satmaktadır. Ülkemiz amacı istihdam yaratmak ya da yatırım yapmak değil, yüksek faizden beslenmek olan ‘köpek balıklarının’ av alanına çevrilmiştir.

 

Tüm bunlara rağmen ıstakoz yedikleri masalardan, meclis bahçesindeki kebap partilerinden, mangalda sucuk partilerinden fotoğraf paylaşanlar hiç utanmadan yoksullaştırdıkları milyonlara hala “kemer sıkın”  demektedir.

Oysa emekçilerin, emeğin, yoksullaştırılmış halkın gittikçe kararan tablosu emekten, halktan yana bir bütçeyi yakıcı bir ihtiyaç haline getirmiştir.

Bizler emekten- halktan yana bir bütçe için:

  • Öncelikle bütçe hakkımızın önündeki engellerin kaldırılmasını, halkın, emekçilerin bütçe süreçlerine etkin katılımının sağlanmasını istiyoruz.
  • Kamu hizmetlerine ve yatırımlarına bütçeden ayrılan payın artırılmasını, piyasalaştırılmasına, tasfiyesine ve özelleştirme soygununa son verilmesini istiyoruz.
  • Toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçenin hayata geçirilmesini, kadınların güvenceli istihdamının arttırılmasını, kadınları şiddetten koruyacak kamusal hizmetlerin genişletilmesini istiyoruz.
  • Vergide ve ücretlerde adalet istiyoruz. Bunun için; tükettiğimiz her şeyden alınan KDV, ÖTV gibi tüm dolaylı vergilerin düşürülmesini,
  • Gelir vergisi birinci dilim oranının %15 ten %10’a düşürülerek, yoksulluk sınırına kadar olan maaşların-ücretlerin birinci vergi diliminde sabitlenmesini,
  • Kar, faiz ve servet gelirlerine tanınan ayrıcalıkların kaldırılmasını, belli bir servet düzeyinin üzerindeki zenginlerden servet vergisi alınmasını,
  • Vergilerimizden oluşan bütçeden alıp Kamu Özel İş birliği (KÖİ) projelerine, Kur Korumalı Mevduat (KKM) sistemine aktarılan Hazine garantilerine son verilmesini,
  • Vergilerimizin, ülkenin kaynaklarının güvenlikçi politikalara, silahlanmaya değil; istihdamın, üretimi arttırılması, yoksulluğun ve işsizliğin önlenmesi, adaletin, barışın ve demokrasinin tesis edilmesi için kullanılmasını istiyoruz.
  • Maaşlarımızdaki kayıpların karşılanmasını; en düşük kamu emekçisi maaşının kira, aile, yakacak yardımları ile yoksulluk sınırının üzerine çıkarılmasını istiyoruz.
  • Sözleşmeli, taşeron, ücretli, vekil gibi hür türlü güvencesiz istihdama son verilmesini, tüm kamu emekçilerinin güvenceli-kadrolu istihdam edilmesini istiyoruz.

 

Bu kapsamda KESK olarak “Geçinemiyoruz! Yoksulluğa Karşı Mücadelede Birleşiyoruz!“ şiarı ile tüm yurtta işyerlerinde,  kent meydanlarında olacağız.

Kamu emekçisinden işçisine, asgari ücretlisinden emeklisine, çiftçisinden kadınlarına, gençlerine kadar halkın ezici çoğunluğunun haklarına yönelik saldırı dalgasına karşı birleşik ve ortak bir mücadeleyi örmek için çaba sarf etmeye devam edeceğiz.

30 Kasım 2024 tarihinde Ankara’da gerçekleştireceğimiz Merkezi Miting ile emeğin kürsüsünü kuracağız.

Buradan sizin aracılığınızla “bu düzene itirazım var” diyen tüm emekçilere, vatandaşlara seslenerek sözlerimizi tamamlamak istiyoruz.

Hepimiz biliyoruz ki yüzünü sermayeye sırtını emekçilere dönen bu düzen kendiliğinden değişmeyecektir.

Emeğimizi hedef alan saldırıların dalga kıranı bizleriz. Emeği, alın teri ile geçinenler, ezilenler olarak dünyanın en büyük çok sesli korosu bizleriz.

Tarihin sayfaları omuz omuza verdiğimizde karşımızdakileri kumdan kalelere dönüştürdüğümüz örneklerle doludur.

Gelin; insanca yaşamaya yetecek bir ücret, adil bir vergi sistemi, halk için emek için bütçe, güvenceli iş, güvenli gelecek için omuz omuza verelim.

KESK ve iş kolu MYK üyelerinin de katıldığı toplantıda, basın açıklamasını KESK Eş Genel Başkanı Ayfer Koçak okudu.

Basın açıklamasının tam metni aşağıdadır:

Geçinemiyoruz! Emeğe Sefalet Dayatan Programlara Karşı Çaresiz Değiliz! Çare Biziz! Çare Birleşik Mücadelemiz!

Değerli Basın Emekçileri,

Türkiye’de toplumun ezici çoğunluğunun her geçen gün daha fazla işsizliğe, yoksulluğa, güvencesizliğe itildiği karanlık bir tablo ile karşı karşıyayız.

Aslında bu tablo birdenbire ortaya çıkan bir tablo değildir. Ülkemiz yıllardır Küresel neoliberal politikalara “Yapısal Uyum” adı altında sermayenin yağmasına açılmıştır. Adım adım borçlanmaya, dış finansmana, ranta, spekülasyona, betonlaşmaya dayalı bir ekonomik model yaratılmıştır. İktidarlar eliyle hayata geçirilen kalkınma programlarıyla, orta vadeli programlarla, bütçelerle, sözde reform ve dönüşüm programlarıyla tüm emekçilerin kazanılmış hakları tek tek ortadan kaldırılmıştır.

Faiz-kur eksenine sıkıştırılan ekonomi modelleri ile yıllardır emekçilerin, dar gelirli yurttaşların omuzlarına yıkılan yük daha da katmerli hale getirilmiştir.

Bilindiği üzere 2019 Haziran’ından 2023 Mayıs seçimlerine kadar olan dört yıl boyunca bir ekonomik model uygulanmıştır. Düşük merkez bankası politika faizi, yüksek kura dayalı modelin sözcülüğünü “Nasın gereği” diyerek bizzat Cumhurbaşkanı üstlenmiştir.

Model uygulanmaya başlar başlamaz TL döviz karşısında değer yitirmeye başlamıştır. Dolayısıyla cari açık tırmanışa geçmiş, enflasyon artmaya başlamıştır. Tablo gittikçe vahim hale gelmiştir.  Öyle ki 2019 Ekim itibari ile %8,55 olan yıllık enflasyon 3 yıl içinde 10 kat artarak 2022 Ekim itibari ile %85,51’e yükselmiştir.  Aynı dönemde 5 lira 80 kuruş olan 1 Dolar 3,2 kat artarak 18 Lira 60 kuruşa tırmanmıştır.

Buna rağmen söz konusu modelden vazgeçmemiştir.

Hatırlanacağı üzere dönemin Hazine ve Maliye Bakanı iktidarın bu modelden neden vazgeçmediğini şu sözlerle itiraf etmiştir. “Bu sistemden dar gelirliler hariç üretici firmalar, ihracatçılar kâr ediyorlar. Çarklar dönüyor”

Evet, modelin özeti tam da budur. Değersizleşen TL üzerinden ihracat yapan ihracatçılar, düşük faizli kredi, vergi muafiyeti ve teşviklerle beslenen patronlar karlarını katlamıştır.

Yüksek enflasyonun yoksuldan alınıp zengine aktarılan bir vergiye dönüştürüldüğü, TL’nin döviz karşısında pula döndüğü koşullarda emekçilerin, halkın ise kayıpları artmıştır. Büyüme oranları kağıt üzerinde kalmış, emeğin milli gelirden aldığı pay gittikçe düşmüştür.

Öte yandan Merkez Bankası rezervleri hızla erimiş, cari açık devasa boyutlara ulaşmıştır. Kısacası seçime kadar taşıma suyla döndürülmeye çalışılan değirmen dönemez hale gelmiş, borçlanılarak ayakta tutulan model kasanın boşalması ile çıkmaza girmiştir.

Buna rağmen iktidar model değişikliği planını seçim sonrasına bırakmıştır.  Gittikçe artan tepkiyi dindirmek için 2023 seçimlerini fırsata çevirmiştir. Seçimi kazanmak için yıllardır bizzat kendisinin yarattığı bazı mağduriyetlere ilişkin kısmi adımlar atmaya başlamıştır.

Bu kapsamda EYT konusunda kısmi adımlar atılmış, çalışanların ücretlerinde TÜİK rakamlarının üç beş puan üzerinde artışlar yapılmış, buna da “refah payı” denmiştir. Mülakatın kaldırılması, tüm kamu emekçilerine 3600 ek gösterge başta olmak üzere çeşitli vaatler verilmiştir. İktidar tüm bu adımları seçim yatırımı haline getirilmiştir.

Değerli Basın Emekçileri,

Plan tutmuş, iktidar seçimleri kazanmıştır. Dolayısıyla verilen sözler unutulmuş, seçimi kazanmak için kaşıkla verilenleri kepçe ile geri almak için düğmeye basılmıştır.

İlk adımda KDV oranları, BSMV oranları ve harçlar fahiş miktarda artırılmıştır.

Ardından “Mili Dayanışma Paketi” ile kamu emekçilerine ‘ilave seyyanen ödenek’ adı altında taban aylığa yansıtılmayan dolayısıyla emekli maaşlarını düşüren bir maaş rejimi getirilmiştir.

Tüm yükü vergilerle halka, emekçilere yıkılan bir ek bütçe çıkarılmış.  1,1 Trilyon TL tutarındaki ek bütçenin 483 milyar TL’si depremle mücadele için ayrılmıştır. Ancak geriye kalan 637 milyar TL “hizmet alım giderleri, yolluk giderleri, faiz giderleri” gibi depremle ilgisi olmayan ödenekler olarak bakanlıklara ve kurumlara aktarılmıştır.

Ayrıca, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararı ile kamu emekçilerine ve emeklilere hedeflenen resmi enflasyonun bile altında kalan maaş artışı dayatılmıştır.

Ekonomi yönetimi değiştirilmiş, seçimlerden hemen 1 ay sonra merkez bankası politika faizinin arttırılmasına geçilmiştir. Böylece Cumhurbaşkanının ”Bu kardeşiniz bu görevde olduğu sürece, faiz her geçen gün, her geçen hafta, her geçen ay inmeye devam edecektir” sözleri unutulmuş, Nas söylemi rafa kaldırılmıştır.

İktidar ‘yeni’, ‘rasyonel’ gibi kavramlarla cilaladığı ekonomik modeli çare gibi sunmuştur. 

KESK olarak daha ilk günlerde söz konusu modelin sadece sermaye kesimde bir önceki model gibi sermayenin, patronların çıkarlarını temel alan bir model olduğuna dikkat çekmiştik. Modelin temel ayakları olan 12. Kalkınma Planı, Orta Vadeli Program ve 2024 Bütçesi ile alın teri ile yaşam mücadelesi veren tüm kesimlere bir “Bermuda Şeytan Üçgeni Tuzağı”  kurulduğunun altını çizmiştik. Dolayısıyla tüm emekçi kesimler ve dar gelirli yurttaşların çok zor bir sürece girdiğini vurgulamıştık.

Aradan geçen bir yılı aşkın zamanda yaşananlar bizi haklı çıkarmıştır.

Her şeyden önce yoksulluk tüm toplumu sarmıştır.

ktidar takla attırılan TÜİK verilerine dayanarak “Enflasyonda düşüş trendi sürüyor!” demektedir. Oysa takla attırılan TÜİK verilerine göre bile enflasyon düşmemiş, sadece baz etkisi ile artış hızı yavaşlamıştır.

Kaldı ki Türkiye %49,38’lik TÜİK enflasyon oranı ile bile OECD ülkeleri içinde hala açık ara öndedir. OECD yıllık enflasyon ortalaması %5 civarındadır. Türkiye’de sadece bir ayda yaşanan enflasyon OECD üyesi pek çok ülkenin yıllık enflasyon oranın iki, üç katı civarındadır.

Öte yandan takla attırılan TÜİK rakamlarına rağmen konut enflasyonu %97,87’ye, eğitim enflasyonu %93,59’a ulaşmıştır.

Alım gücü gittikçe düşen milyonların yoksulluğu derinleşmeye devam etmektedir.

    Bağımsız ekonomistler tarafından kurulan Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) rakamlarına göre Eylül ayı itibari ile yıllık enflasyon %88,63 artmıştır.
    Ev kiralarının ülkenin en ücra kasabasında dahi 10 bin TL’yi, metropol illerde ise ortalama 20 bin TL’yi çoktan aşmıştır.
    Bağlı sendikamız Büro Emekçileri Sendikası (BES) araştırma birimi BES-AR Ağustos 2024 verilerine göre 4 kişilik bir kamu emekçisi ailesinin açlık sınırı 27.270 TL’ye, yoksulluk sınırı 73.650 TL’ye, bekâr bir çalışanın yaşam maliyeti ise 32.120 TL’ye ulaşmıştır.
    İki kişiden biri 17 bin TL’lik asgari ücretle yani açlık sınırının altında ücretle çalışmaktadır.
    Her 4 emekliden 1’nin kök maaşı bugün en düşük maaş olan 12 bin 500 TL’nin altında kalmakta ancak hazine yardımı ile 12 bin 500 TL’ye tamamlanmaktadır.
    Kamu emekçileri olarak bizlerin maaşı, 14.500 TL tutarındaki emekliliğe yansıtılmayan ilave seyyanen ödenek dâhil, ortalama 37 bin TL ile yoksulluk sınırının yarısında kalmıştır.

Sonuç olarak bugün Türkiye’de 70 milyon yurttaş yoksulluk sınırı altında, 30 milyon yurttaş ise açlık sınırının altında bir gelirle yaşam savaşı vermektedir.

Devletin resmi rakamları da tüm toplumu saran bu yoksulluğu, sefaleti teyit etmektedir. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 1 Haziran’da yayınladığı sosyal yardım verilerine göre:

    17 milyon 114 bin 912 kişi yardımlarla ayakta durmaktadır.
    3 milyon 687 bin 498 kişi elektrik desteği almaktadır.
    Bir buçuk milyon haneye yakacak desteği verilmektedir. 

Bu dönemde gelir dağılımı adaletsizliği de hiç olmadığı kadar derinleşmiştir.

Toplumun gelirden en fazla pay alan %5’lik kesiminin geliri, en düşük pay alan %5’lik kesiminin 28 katına çıkmıştır.  Yine en zengin %1’lik kesim toplam gelirin %19’unu alırken geriye kalan %99 gelirin %81’ini paylaşmaktadır.

İşsizlik artmaya devam etmektedir.

    TÜİK tarafından 10 Eylül’de açıklanan verilere göre dar tanımlı işsizlik oranı %8,8’dir. Türkiye bu oranla OCED ülkeleri içinde dördüncü sıradadır.
    DİSK-AR çalışmasına göre geniş tanımlı işsizlik %26,5 iken geniş tanımlı kadın işsizliği ise %35,7’ye ulaşmıştır. Geniş tanımlı işsiz sayısı son bir yılda 1 Milyon 977 bin kişi artmıştır.
    Geniş tanımlı işsizlik AB ülkeleri ortalamasının 2 katına, ABD’nin 3,4 katına ulaşmıştır.
    Her 3 çalışandan 1’i kayıt dışıdır. 

Emekçilerin, dar gelirli yurttaşların içine itildiği borç batağı büyümüştür.

Çünkü ihtiyaç kredisinden konut kredisine taşıt kredisinden kredi kartlarına kadar tüm borçlanma faizlerinde astronomik artışlar yapılmıştır.

2023 Haziran itibari ile yüzde 1,36 olan kredi kartları azami faiz oranı kademeli olarak arttırılarak Nisan 2024 itibari ile yüzde 4,25’e çıkarılmıştır.  2023 Haziran itibari ile yüzde 1,66 olan gecikme faizi oranları ise yüzde 4,55’e çıkarılmıştır.

Faizlerdeki astronomik artışlara rağmen yüzbinlerce yurttaş maaşı-ücreti yetmediği için kredi kartına başvurmak zorunda kalmaktadır.

2023 Temmuz itibari ile 10 milyar 99 milyon olan batık kredi kartı borcu 2024 Eylül itibari ile %333 artışla 43,7 milyar TL’ye çıkmıştır. 2023 Temmuz itibari ile 25 milyar 336 milyon TL olan batık ihtiyaç kredisi borcu ise %81 artışla 45,8 milyar TL’ye çıkmıştır.

Emekçilerin geliri eriyip borcu artarken Türkiye uluslararası sermayeye en yüksek faizi veren ülke konumuna getirilmiştir.

Ülkemiz istihdam yaratmak ya da yatırım yapmak için değil, yüksek faizden beslenmek, faizi alıp ülkeyi terk etmek için gelen köpek balıklarının av alanına çevrilmiştir.

İktidar göz göre göre ülkenin geleceğini satmaktadır.

Değerli Basın Emekçileri,

Bunlara ek olarak iktidar birbiri ardına açtığı  “paketler”  ile tüm yükü emekçilere, dar gelirli yurttaşlara yıkmaya devam etmiştir.

“Tasarruf”  adı altındaki saldırılar okul öncesi öğrencilerin bir öğün ücretsiz yemeğine son verilmesi ve 250 bin KİT çalışanının giyecek yardımının sınırlanması ile başlamıştır.

Ardından 13 Mayıs’ta açıklanan paket ile milyonlarca dar gelirli yurttaşın ihtiyaç duyduğu, mevcutta zaten yetersiz olan kamu hizmetlerine, kamu yatırımlarına bütçeden ayrılan payın 3 yıl boyunca daha da azaltması kararı alınmıştır.

Kamu emekçilerinin servis hakkı, toplu sözleşmede hüküm altına alınmasına rağmen ortadan kaldırılmıştır. Kamu lojmanlarının ve sosyal tesislerinin ücretleri ekonomiye kazandırma adı altında arttırılmış, bir kısmı sermayeye, yandaşlara peşkeş çekilmiştir.

Kamuda işe, göreve alımlar sadece emekli olanların ve hayatını kaybedenlerin sayısı ile sınırlanmıştır. Aslında kamuya alımlar dondurulmuştur demek daha doğrudur. Çünkü mevcut koşullarda yüz binlerce kamu çalışanı emekli aylıklarının sefalet düzeyinde olması nedeniyle emekli olmayı ertelemek zorunda kalmaktadır.

Bugün “tasarruf” adı altında kamunun elindeki iş makinaları satılmakta,  “maliyeti yüksek” denilerek kamu kreşlerini kapatılmaktadır. Kamu çalışanlarının mesai ve nöbet ücretlerinden kesinti yapılmakta, başta sağlık çalışanları olmak üzere kamu çalışanlarının yemeklerinden tasarruf edilmekte, sağlıksız, hijyenik olmayan yemekler dayatılmaktadır.

Sözde tasarruf politikaları okullarımıza kadar girmiştir. Okullarda İşgücüne Uyum Programı (İYUP) adı altında haftanın sadece üç günü, günlük net 565 TL ücretle geçici temizlik görevlisi çalıştırılmasına geçilmiştir. Böylece okulların temizliği de velilere ve öğretmenlere yıkılmıştır.

Vergide adaleti sağlama iddiası ile gündeme getirilen paket ile ne emekçilere yüklenen gelir vergisi yükünün hafifletilmiş ne de zengin yoksul farkı gözetmeksizin herkesten aynı oranda alınan dolaylı vergiler konusunda bir adım atılmıştır.

Bunun yerine yüzde 25 olan kurumlar vergisi, yerli şirketler için asgari yüzde 10 olarak belirlenmiştir. Yani holdingler ve şirketler çalıştırdığı asgari ücretli kadar bile vergi vermemeye devam edecektir.

Değerli Basın Emekçileri,

Tüm bunlara rağmen iktidar 4 Eylül tarihli resmi gazetede yayımlanan Orta Vadeli Program ile işçisinden kamu emekçisine, asgari ücretlisinden emeklisine tüm ücretli kesimlere çiftçisinden köylüsüne küçük üreticiler ve dar gelirli yurttaşlara daha fazla işsizlik,  daha fazla yoksulluk vaat edilmektedir.

İktidar, 1 yılı aşkın süredir uygulanan ekonomi modeline paralel olarak OVP’de de enflasyonun halkın ve emekçilerin tüketiminden kaynaklandığı, tüketimin kısılması için de ücretlerin baskılanması, vatandaşların borçlanma olanaklarının mümkün olduğunca zorlaştırılması gerektiğini savunmaktadır.

Bu iktidara göre tüketim ve talebin kısılması “ekonominin soğuması için”  işsizliğin bile artması gerekmektedir.

Nitekim 2023 yılında %9,4,  TÜİK’in son verisine göre %8,8 olan dar tanımlı işsizliğin Orta Vadeli Programda 2025 yılı için %9,6 olması hedeflenmektedir.

OVP’lerin halkın yaşadığı sorunlara çözümler üretmek için önümüzdeki 3 yılın hedeflerinin konulduğu,  geleceğe yönelik bir yol haritasının belirlendiği belgeler olması beklenir.

Ancak iktidar son OVP ile kamusal emeklilik ve sosyal güvenlik sisteminin tamamlayıcı emeklilik ile tasfiye edilip kıdem tazminatının ortadan kaldırılmasından emeklilik yaşının yükseltilmesine, “yeni nesil çalışma biçimleri” adı altında esnek-güvencesiz istihdamın yaygınlaştırılmasından ücret ve maaşların gerçekleşen değil hedeflenen düşük enflasyon rakamlarına göre arttırılmasına kadar bir dizi saldırı ile elimizde kalan son haklara da göz koymaktadır.

Kısacası iktidar OVP ile emekçiler açısından 3 yıl ileriyi değil, 200 yıl geriyi, 19. Yüz yıl kölelik koşullarını hedefliyor.

İktidardan cesaret alan büyük patronlar ise gittikçe daha fazla pervasızlaşıyor.

    “Kamuda işçi olmak için özel sektörde 3 yıl işçilik yapmış olma şartı konulsun.”

    “İŞKUR önerdiği 3 işi kabul etmeyen kişi kamuda göreve alınmasın.”
    “Sadece kıdem tazminatı değil, işsizlik sigortası, işe iade tazminatı, sendikal tazminat da kaldırılsın.”
    “İşçi istediği zaman işten çıkıp başka bir işe giremesin.”
    “Haftada bir gün okula gitmeye,  dört gün ise iş yerlerinde net asgari ücretin üçte biri karşılığında çalıştırmaya dayalı Mesleki Eğitim Merkezi (MESEM) sistemine daha fazla ağırlık verilsin.” diyorlar.

Değerli Basın Emekçileri,

Öncelikle buradan tekrar tekrar altını çiziyoruz. Türkiye’de emekçi sınıfların ücretlerinin, maaşlarının enflasyonu arttırdığı iddiası koskoca bir yalandan ibarettir. 

Reel ücretlerin, emeğin milli gelirden aldığı payın düştüğü, adeta bir bölüşüm şokunun yaşandığı Türkiye’de emekçi sınıfların ücretlerinde, maaşlarında yapılan artışların enflasyonu körüklemesi mümkün değildir.  Türkiye’de ücret artışları enflasyon yaratmak bir yana ona yetişmeye, alım gücündeki kaybı telafi etmeye çalışmaktadır.

Buna göre hem dünyada hem ülkemizde enflasyonu körükleyen bizlerin ücretleri, maaşları değil, ithalata bağlı maliyet artışı ve kârlardaki olağanüstü yükseliştir.  Çok uluslu tekeller ve yerli tekeller başta olmak üzere pek çok şirket, firma maliyet artışlarını bahane göstererek ürünlerinin fiyatlarını enflasyonun çok daha üzerinde arttırmakta böylece karlarını katlamaktadır.

Nitekim sadece emekten yana sosyal bilimcilerin çalışmaları değil, IMF’nin geçtiğimiz yıl yayımlanan raporu da çalışanların ücret artışının ve bundan kaynaklı talep artışının enflasyona etkisinin sadece %4,5 -%5 bandında kaldığını ispatlamıştır.

Türkiye’de enflasyonun, işsizliğin, yoksulluğun kaynağında ülkenin sanayi ürünlerinden imalat ürünlerine, enerjiden kâğıda, gübreden samana, buğdaydan mısıra kadar hemen her üründe dışarıya bağımlı hale getirilmesi, TL’nin döviz karşısında pula çevrilmesi, açgözlü şirketlerin, firmaların aşırı kar hırsı yatmaktadır. Tüm bunların altında ise mevcut iktidarın imzası vardır. 

İktidar tıpkı bir yıl önce olduğu gibi tüm yükü yine OVP ile bütçe ile bir kez daha emekçi kesimlere ve halka yıkmak için kolları sıvamıştır.

Istakoz yedikleri masalardan, Meclis bahçesindeki kebap partilerinden, mangalda sucuk partilerinden fotoğraf paylaşanlar hiç utanmadan yoksullaştırdıkları milyonlara hala “kemer sıkın”  demektedir.

Emeğin, halkın gittikçe karartılan tablosu kendisine sendika, konfederasyon diyen tüm yapıların emekten yanayım diyen tüm kesimlerin görev ve sorumluluğunu arttırmıştır.

KESK olarak her zaman olduğu gibi bugün de bu görev ve sorumluluğun gereğini yerine getirmeye hazırız.

Kamu emekçisinden işçisine, asgari ücretlisinden emeklisine, çiftçisinden kadınlarına, gençlerine kadar halkın ezici çoğunluğunun haklarına yönelik bu saldırı dalgasına karşı birleşik ve ortak bir mücadeleyi örmek için çaba sarf etmeye devam edeceğiz.

Bu kapsamda “Geçinemiyoruz! Yoksulluğa Karşı Mücadelede Birleşiyoruz! “ şiarı ile tüm yurtta iş yerlerinde,  kent meydanlarında olacağız.

Konfederasyonumuzun ve sendikalarımızın yöneticileri ile 14 Ekim-22 Kasım arasında tüm yurtta il çalışmaları yürüteceğiz.

30 Kasım 2024 tarihinde Ankara’da gerçekleştireceğimiz merkezi miting ile emeğin kürsüsünü kuracağız.

Buradan sizin aracılığınızla “Bu düzene itirazım var” diyen tüm emekçilere, vatandaşlara seslenerek sözlerimizi tamamlamak istiyoruz.

Hepimiz biliyoruz ki yüzünü sermayeye sırtını emekçilere dönen bu düzen kendiliğinden değişmeyecek.

Emeğimizi hedef alan saldırıların dalga kıranı bizleriz.

Emeği, alın teri ile geçinenler, ezilenler olarak dünyanın en büyük çok sesli korosu bizleriz.

Tarihin sayfaları omuz omuza verdiğimizde karşımızdakileri kumdan kalelere dönüştürdüğü sayısız örnekle dolu.

Gelin; insanca yaşamaya yetecek bir ücret, adil bir vergi sistemi, halk için emek için bütçe, güvenceli iş, güvenli gelecek için omuz omuza verelim.

KESK Yürütme Kurulu

Basın toplantısını izlemek için tıklayınız.
Eğitim-Sen\