Elbette olması gereken Milli Eğitim Bakanlığı’nın her eğitim dönemi sonunda eğitimin röntgenini çekmesi, eğitimin paydaşlarıyla kafa kafaya vererek sorunlar ve çözümlere dair raporlar oluşturması ve yeni dönem başlayana kadar bu raporlar doğrultusunda eğitimi iyileştirmesidir. Ancak Milli Eğitim Bakanı, hükümetin güncel söylem ve politikalarını eğitime enjekte etme işiyle o kadar yoğun ki: yeni dönemde eğitimi nelerin beklediği sorusunun cevabı kamuoyu için büyük bir belirsizliktir.
Tam bu noktada, Eğitim-İş olarak eğitimde yaşanan sorunlara dair somut bilgiler verip uyarıda bulunmak bizim için şart olmuştur. Yaklaşık 20 milyon öğrenci ve 1,2 milyon öğretmenin 74 bin okul ve 750 bine yakın derslikte geçireceği yeni dönem şu manzarayla başlamaktadır:
• Okul ve derslik sayısındaki büyük açık yine kapatılmamıştır. Bunun sonucu olarak AKP’nin yıllar önce sonlandırmaya söz verdiği ikili eğitim uygulaması ile taşımalı eğitim garabeti yine sürdürülecek, Türkiye’deki bir sınıfa düşen ortalama öğrenci mevcudu sayısı yine utanç verici olacaktır. Üst yöneticiler tarafından bu sorunların çözülmesine dair hiçbir irade gösterilmeyeceğinin bir kanıtı da eğitime ayrılan bütçeden belli olmuştur. İktidarın, “Aslan payını ayırıyoruz” dediği eğitimin genel bütçe içindeki payı yine eritilmiştir. 2016’da yüzde 13,3 olan eğitim bütçesinin genel bütçeden aldığı pay, 2025 yılı için yüzde 10,8 olarak öngörülmüştür. Yani daha çok sorun, daha az kaynak ve daha az umursanmak, iktidar tarafından bu eğitim döneminin kaderi olarak belirlenmiştir. Yıllardır hem Bakanlığa hem kamuoyuna rapor ve açıklamalarla aktardığımız halde okullarımıza; kadrolu hizmet personeli sağlanmamış, okulların temizlik, bakım, onarım gibi hayati ihtiyaçları görmezden gelinmiştir. Hal böyle olunca; hastanelerden sonraki en hijyenik kamu binaları olması gereken okullarımızda tuvalet kağıdı ve sabun dahi bu eğitim döneminde de sorun olacaktır. Eğitim kurumlarında temizlik ve güvenlik görevlisi atanmamış, okul yöneticileri bu ihtiyaçları karşılamak için velilerden zorunlu bağışlar talep etmek zorunda bırakılmıştır. Velilerden sürekli bağış talep edilmesi, eğitim sisteminin içinde bulunduğu mali sıkıntının açık bir göstergesidir. Oysa Milli Eğitim Bakanı, bu tür sorunları çözmekle yükümlü iken, okul bütçelerinin oluşturulmasına yönelik adımlar atmaktan kaçınmakta, çözümü velilere yüklemektedir. Ayrıca 29 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan İşgücü Programlarının Yürütülmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, kamu kurumlarında kalıcı istihdam yerine geçici ve düşük ücretli çalıştırmayı teşvik etmektedir. Yönetmeliğin amacı, işsizlerin istihdam edilebilirliğini artırmak olarak belirtilse de, uygulamada işsiz ve yoksul vatandaşların emek gücünün sömürülmesi söz konusudur. Bu yönetmelik kapsamında 10 aylık süreyle sözleşmeli olarak çalıştırılacak kişiler, programın ilk dört haftasında haftalık 37,5 saat ve beş gün, ilk dört hafta sonunda haftalık yirmi iki buçuk saat ve üç gün çalışacaklar ve yalnızca günlük asgari ücret düzeyinde (8.447 TL) "cep harçlığı" alacaklar. Özellikle kamusal alanlarda temizlik ve bakım işlerinde geçici istihdam edilen bu kişiler, eğitim ve kamu kurumlarındaki eksik kadroların doldurulmasını kalıcı bir çözüm olarak sunmamaktadır. Haftanın 3 günü 8 bin 447 TL’ye çalıştırılacak kişilerle okulların ne güvenliği ne temizliği sağlanabilir, üstelik bu asla kabul edilemeyecek bir emek sömürüsüdür.
Oysa Bakanlık, okulların temizlik ve güvenlik ihtiyaçlarını geçici çözümlerle değil, kalıcı ve kadrolu personel istihdamıyla karşılamalıdır. Okul yöneticilerini ve velileri zor durumda bırakan bu tablo, siyasi iktidarın işsiz yurttaşların emeğini sömürerek kamu hizmeti yürütme anlayışının bir yansımasıdır. Çocuklarımızın sağlığı ve güvenliği geçici işgücüyle sağlanamaz; kalıcı çözümler için gerçek adımlar atılmalıdır.
• Anayasal bir hak olan eğitimin ayrılmaz parçası olduğu halde öğrencilere kamu hizmeti olarak sağlanmayan beslenme ve ulaşım, yeni dönemde her zamankinden çok velilerin kabusu olacaktır. Zengini daha zengin, halkın geri kalanını ise daha yoksul yapan ekonomik krizde beslenme çantaları dolmamakta, çocuklar musluklardan su içmekte, veliler servis ücretlerini karşılamakta zorlanmaktadır. Üstelik kırtasiye masrafları da enflasyon yüzünden her geçen gün büyüyen bir sorun haline gelmiştir. TÜİK’in yıllık enflasyon yüzde 51,9 olarak açıkladığı Ağustos ayında İstanbul Planlama Ajansı’nın eğitim harcamalarında yüzde 120 artış olduğunu gösteren raporu bile tek başına gelir-gider uçurumunu tarif etmektedir.
• Bu ekonomik kriz, eğitim emekçisinin okula en yoksul gireceği eğitim dönemini kapımıza getirmiştir. Öğretmenler bu dönemde; düşen alım güçleri nedeniyle daha yoksul, uzmanlıklarını hiçe sayan meslek kanunu nedeniyle daha az saygın hissederek, liyakatsizce seçilen yöneticiler bin bir rezalete rağmen koltuğunda tutulduğu için haklarından daha da endişe ederek sınıflarına girecektir. Öğretmenler arasındaki kadrolu, ücretli, sözleşmeli ayrımı bitirilmeyip meslek kanunu denen garabetle yeni ayrımlar getirildiği için okuldaki çalışma barışı biraz daha zedelenecektir.
• Öğretmen atama sayıları geçen eğitim döneminde vefat, istifa gibi nedenlerle sistemden çıkan öğretmen sayısı kadar dahi yapılmamıştı. Yeni dönem için de “kamuda tasarruf” söylemleriyle bu talep bastırılacağı görülmektedir. Hem eğitimin ihtiyacı, hem mesleğine kavuşmayı bekleyen eğitimcilerin hakkı yine gasp edilecektir. Tasarrufun şatafattan değil eğitimden yapılması konusunda iktidar yine tutarlılık sergileyecektir.
• Yeni dönemde eğitimdeki gericiliğin dozunun artırılacağının, eğitimin daha da bilimsellikten uzak bir hale getirileceğinin de emareleri mevcuttur. Daha okulun ilk gününde “Çanakkale’den Gazze’ye vatan savunması” başlığı altında çocuklarımıza tarihsel olarak birbirine benzemez konuları, sırf güncel politik bir fayda gördüğü için dayatan anlayış, bu dönemde dernek/vakıf maskesi takan tarikatlarla yaptığı protokolleri artıracağını açıkça ilan etmiştir. Eğitimcilerin ve eğitim meslek örgütlerinin görüşü alınmadan hazırlanan 'Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli' kapsamındaki yeni müfredat, anasınıfı ile 1, 5 ve 9. sınıflarda ilk kez uygulanacak ve bunun acı sonuçları da görülecektir. Gerici odaklara alan açmak için bilerek çözülmeyen yurt sorunu da yoksul öğrencilerin bir kısmının ne yazık ki yine tarikat yurtlarına yönlenmesine yol açacaktır. Yeni müfredatla eğitime başlayacak ilk kademelerde bu yıl bakanlıkça hazırlanan "beceri örgüsü" temelli ders kitapları okutulacaksa da bu programlar konusunda eğitimciler dahi bilgilendirilmediği için neler yaşanacağı şimdilik belirsizdir. İktidarın bilerek zorunlu eğitim kapsamına almadığı okul öncesi eğitimde ise gericiliğin dozu gün geçtikçe artmakta; pedagojiye, bilime, laikliğe aykırı faaliyetler denetimsizliğin de verdiği güvenle kanserli hücre gibi yayılmaktadır. Bu sözde eğitim kurumlarının sayısının bu dönemde artış göstermesi, okulöncesi eğitimde gericiliğin dozunun artırılacağının da habercisi olmuştur.
• Geçen yıl 6 ve 9. sınıflarda Türkçe, Türk dili ve edebiyatı ile matematik derslerinde yapılan ortak sınavlar, bu yıl 7. ve 10. sınıflarda da uygulanacaktır. Sorunun özünün sınavların biçiminden çok sınav odaklı eğitim sisteminde olduğunu ısrarla görmeyen MEB, bu dönemde de “nasıl öğretsek?” sorusuna cevap aramak yerine “nasıl sorsak” denemeleri yapacaktır. Oysa geçen dönemdeki sınavlar, mevcut müfredatın çocuklarımıza konuştukları dili bile öğretmeyi başaramadığını, bilimsel kavrayışın ilk merdiveni olan temel matematik konusunda müfredatın ne kadar aciz olduğunu zaten gözler önüne sermiştir. Bu gerçekliğe rağmen MEB, bu dönemde de aynı hamleleri yapıp farklı sonuçlar bekleyecektir.
• Hükümetin seçimlerin hemen sonrasında bin bir vaatle gittiği deprem bölgelerinde ise eğitim daha da vahim bir halde sürecektir. 6 Şubat depremlerinin üzerinden 19 ay geçmesine rağmen, bazı bölgelerde bu eğitim dönemi de çadır ve konteynırlarda geçecektir. Sendikamızın geçen yıl Eylül ayında kamuoyuna sunduğu deprem bölgelerinde eğitime dair kapsamlı rapordaki veri ve rakamlar ne yazık ki neredeyse yerinde saymıştır. “Hayat normale döndü” yalanıyla silikleştirilmeye çalışılan gerçeklik, sadece Kahramanmaraş’ta dahi binlerce öğrencinin eğitime kendi imkanlarıyla ulaşmaya çalıştığı, vardiyalı biçimde eğitim görmek için sıraya girdiğidir.
• Açıköğretim ve mesleki eğitim de bu dönemde iki büyük sorun olarak karşımızdadır. Kapsamı ve niyeti değiştirilen açık öğretim, zorunlu eğitim kavramının anti tezi gibi öğrencileri eğitimden ve okul hayatından koparmakta, hem eğitimin homojenliğini baltalamakta hem de çocuk işçiliğini artırmaktadır. Mesleki eğitim adı altında yarınımız olan çocuklarımızı sermayeye ucuz -hatta MESEM garabeti göz önüne alınırsa ‘bedava’- işgücüolarak kullandıran MEB, bu adına eğitim denemeyecek kölelik düzenini daha da yaygınlaştıracağını bizzat açıklamıştır. Yeni dönemde bu alanda da veriler daha da vahimleşecektir.
Elbette yeni eğitim ve öğretim dönemine dair yukarıda sıraladığımız özet, eğitim için iktidar ve MEB’in planladıklarıdır. Ancak elbette bizim, Başöğretmenin eğitim neferlerinin de planları var!
Eğitimdeki gericileştirmeye, piyasalaştırmaya karşı; eğitim emekçisinin haklarına ve itibarına kastedenlere karşı; Cumhuriyet’i ve devrimlerini hedef alanlara karşı verdiğimiz aydınlanma mücadelesinden bir adım geri atmayacağız! Her gün biraz daha büyüyen bir aile olan Eğitim-İş olarak Atatürk’ün bize emanet ettiği yeni nesillere kıyılmasına da, onun sınıfta arkasında duracak kadar önem atfettiği eğitimcilere bu ülkenin zindan edilmesine de izin vermeyeceğiz!
Laik, bilimsel, adil ve kamusal bir eğitim sistemi kurmak için canla başla çalışacağız!
Mücadelemize de yeni dönemin ilk gününden başlıyoruz. Yeni eğitim ve öğretim yılının başlangıcında, ortaöğretim kademesindeki tüm sınıflarda, 'Çanakkale'den Gazze'ye Bağımsızlık Ruhu ve Vatan Sevgisi' temalı açılış dersiyle eğitim sürecine başlanacağı Milli Eğitim Bakanlığınca duyurulmuştur. Eğitim-İş olarak bu dersin içeriğinde, tarihsel gerçekliklerin çarpıtıldığını ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün bilinçli olarak eksik bırakıldığını görmekteyiz. Buna karşı yarın ilk dersimiz Cumhuriyet, konumuz vatan sevgisi ve bağımsızlık olacaktır.
Umutsuzluğa kapılmıyoruz, Yaşar Kemal’in tabiriyle ‘enseyi karartmıyoruz’, karşımızdaki örgütlü karanlığı görüyor, tarihsel sorumluluğumuz gereği aydınlanma mücadelesini bu oranda büyütüyoruz. Birilerinin kara ajandalarına alet etmeye çalışacağı yeni eğitim ve öğretim dönemini, bu azim ve fikirlerle karşılıyoruz!
MERKEZ YÖNETİM KURULU