Çanakkale-Gazze Hattında İnsan-ı Kâmili Aramak
Ali YALÇIN
“Acı duyabiliyorsan, canlısın. Başkalarının acısını duyabiliyorsan, insansın.” Lev Tolstoy
İnsan neden eğitilir? İnsanlık tarihi kadar kadim olan bu soruya felsefeden sosyolojiye psikolojiden teolojiye birçok veçheden sayısız cevaplar verilmiştir. Bu soruya, eğitime sadece seçkin sınıfın eriştiği premodern dönemden devletlerin örgün eğitimi benimsedikleri modern döneme değin cevaplar farklılaşsa, bir hususta birleşilmiştir. “İyi insanlar yetiştirmek” gayesi tarih üstü bir gerçeklik ve hedef olarak eğitimin odağına yerleştirilmiştir. Geleceği şekillendirmesinden değerlerin aktarılmasına, kişisel gelişimden toplumsal normların yerleşmesine kadar hayati olarak görülen eğitimin hedefine ulaşmasında “iyi insanlar yetiştirmek” eğitimin başarısı olarak gösterilmiştir.
Postmodern dönemde hakikatin buharlaşması ile beraber “İyi insan” kavramının evrensel bir tanımının olduğunu varsaymak oldukça güçleşmektedir. Hele ki madde ve manayı ayıran Batı medeniyetinin insan kavrayışı tam bir tıkanma yaşarken medeniyet anlayışımıza dönüp bakmak ve kavramlarımızı yeniden ihya etmek tercih değil zorunluktur. Bu bağlamda medeniyet anlayışımızı şekillendiren kültür tarihimize baktığımızda çok net bir formül ile karşılaşırız. Modernitenin akıl ile kalp arasındaki uçurumu derinleştiren ayrıştırıcı anlayışının karşısında “aklı selim, kalbi selim, zevki selim” bütünselliğini hedefleyen yani “insanı kâmil”i yetiştirmeye odaklanan sistematikle karşılaşırız. Ki bu kavrayış çağımızın ihtiyaç duyduğu iyi insanların yetiştirilmesinde modernitenin defolarını aşma kapasitesine de sahiptir. Akl-ı selim ile düşünen, kalb-i selim ile hisseden, zevk-i selim ile dünyaya bakabilen bir toplum merhametini yitirmiş bu çağın kurtuluş reçetesi olacaktır.
Milli Eğitim Bakanlığı Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli ile tam da bu paradigmal ayırımın farkında bir arayışla “öze dönüşü” dert edinen bir müfredat çalışması başlattı. Eksiklikleri giderilebilir, içeriği tartışılabilir, dinamik bir süreçte olgunlaştırılabilir bu modeli, sadece hazırlayanların kimliği üzerinden “maarif davası eşittir gerici kafası” diyerek kodlayanlar bu değerli arayışı gereksiz spekülasyonların hedefine koymaktan imtina etmediler. Türkiye Yüzyılı Maarif Modelini Türkiye Cumhuriyetinin temel değerlerine saldırı olarak yorumlayanlar için müfredatta kültür ve medeniyetimize yön verenler dersinin verilmesi bile büyük dert oldu. “Fikri hür irfanı hür vicdanı hür insan” ile “aklıselim kalbi selim sevki selim insan” anlayışları uzlaşamaz iki zıt model olarak kamplaştırılmaya çalışıldı. Bu kavrayışa göre Fatma Aliye ile Ziya Gökalp’in bırakın aynı derste anlatılması bir arada anılması bile kabahat, eğitim yerine maarif kelimesinin kullanılması ise demode ve gerici bir tercihti.
Kutuplaştırıcı zihniyetin gözüne inen perdenin son yansımasını da Milli Eğitim Bakanlığının 2024-2025 eğitim öğretim yılının ilk dersine “Çanakkale’den Gazze’ye Bağımsızlık Ruhu ve Vatan sevgisi” temalı bir dersin yapılması kararına yönelik tepkilerde gördük. Şaşırmadık zira Çanakkale ve Gazze’yi aynı anda zikretmek, tarihsel olarak aynı bağlam içerisinde düşünebilmek geniş bir ufuk vicdani bir duruş gerektiriyordu. Bu yönü ile yeni maarif modeli, gözü kendisine gösterilenden başkasını seçemeyenlerin bilinçaltlarını, ideolojik körlükle pozisyon almayı marifet sayanları faş edecek bir zemine dönüştü. Dahası bu altyapıdan yoksun, bu ufukla kavgalı olanların gayrı insani denilebilecek nitelikteki yaklaşımları eğitimin irfandan yoksun kalınca insanın vicdandan nasıl uzaklaştığını da gösterdi. Zira akıl ile kalp arasındaki uçurum derinleştikçe empati azalır başkalarının acısı duyulmaz olur. Özellikle sosyal medyada bu konu hakkında yapılan bazı paylaşımlar hali pür melalimizi göstermek bakımından içler acısı bir tabloyu gözlerimizin önüne serdi. Yüzyılın en korkunç soykırımının yaşandığı bir gerçeklikte “Çanakkale’yi anlatırım İzmir marşını okuturum gerisine karışmam” cümlelerinin kurabilmesi, küresel sistemi kavrayıştaki sığlığı göstermesi bir yana vicdani açıdan en hafif ifadesi ile öğretmenlik mesleği adına utanç vericidir. Başkalarının acısını duymaktan uzak, siyonizmin korkunç apartheid rejimiyle şekillenmiş hastalıklı arzı mevud inançlarının ülkemiz için nasıl bir tehdit olduğundan bihaber olan bu paylaşımlar millilik anlayışındaki çarpıklığı da göstermiştir. Milli olanla manevi olan arasına ayırım koyarak Türkiye Cumhuriyetini kavramaya çalışan bu nakıs anlayış için Çanakkale ve Gazze’nin aynı cümle içinde anılması bile yanlıştır. Oysa mütemmim cüz ilişkisi içinde kavranması gereken milli değerlerle manevi değerleri ayırmak, kuşun bir kanadını kırarak uçmasını beklemektir.
Gazze'deki Filistinli çocuklar bu öğretim yılına da okula gitme şansları olmadan giriyor. UNICEF ve Global Education Cluster'a göre Gazze'deki okul binalarının yüzde 90'ından fazlası İsrail bombardımanında harap olmuşken, 800 bin öğrenci temel eğitimden mahrum iken, 39 bin Filistinli öğrencinin liselere geçiş sınavına giremezken, 1.1 milyon çocuğun neredeyse tamamı psikososyal yardıma ihtiyaç duyarken, bu koca yıkıma, acı soykırıma kulaklarını tıkamak en hafif ifadesi ile insanlık dışıdır. Başka bir gezegende değil burnunuzun dibinde çocuk felci ile bombalar arasında sıkışmış bir hayat yaşayan çocukların, katledilen 10 bin öğrencinin 500 öğretmenin yasını tutmak, acısını paylaşmak boynumuzun borcudur. Ki bu rakamların tamamı sadece “şimdilik” tespit edilebilenler. Zira İngiltere'de "Gazze'de ölü sayımı: Zor ancak gerekli" başlığıyla yayınlanan bir makalede, enkaz altında olan cenaze sayısının dahi 10 binden fazla olduğu, savaştan doğrudan ve dolaylı etkilenerek hayatını kaybedenlerin sayısının 100 ile 200 bin arasında olduğuna dikkat çekiliyor. Böylesi bir tabloda “Gazze’den bana ne” diyenlerin, okul kantinlerinde boykotlu marka dondurma satıldığında tepki gösteren çocukların irfanından, 23 Nisan’da Filistin’de direnişin sembolü Dabke dansıyla Gazze’ye selam gönderen öğrencilerin vicdanından, Türkiye’nin Rachel Coriel’i olarak tarihe geçen Washnigton Üniversitesi mezunu şehidimiz Ayşenur Ezgi Eygi’nin hayatından öğrenecek çok şeyleri var.
Dünyanın tüm iyi insanları renkleri, dilleri, dinleri ayırt edilmeksizin Gazze etrafında birleşmişken eğitim öğretimin ilk gününde öğrencilere Çanakkale Gazze hattında vatan sevgisinin anlatılması kesinlikle doğru ve yerinde bir karardır. Çocuklarımıza ve gençlerimize emperyalizmin karşısında canını, ırzını, vatanını korumak için direnen bu iki milletin neden “özde kardeş” olduklarını öğretmek gereklidir. Çünkü Gazze’deki soykırımı bilmeyen, Batılı devletlerin sessizliğini duymayan, uluslararası örgütlerin işlevsizliğini anlamayan ABD’nin suç ortaklığını kınamayan bir gençlik olsa olsa emperyalizmin sürdürülebilirliğine yarayacaktır. Gazze’de eğitimin durduğu, meslektaşlarımızın katledildiği, okulların hedef alındığı, çocukların açlıktan öldüğü bu korkunç vasatta ülkemizde yeni eğitim öğretim yılına girerken, Milli Eğitim Bakanlığının İsrail işgaline karşı soykırıma duyarlı, vicdana ayarlı bu yaklaşımı bütün siyasi mülahazaların üstünde değerlendirilmesi gereken takdire şayan bir karardır.
Öğrencilerimize Çanakkale’de vurulan yiğitlerimiz ile ölmeden mezara konulan Gazzeli çocukların antiemperyalist direniş hattındaki kardeşliğini öğretmek, alınan bu kararı desteklemek eğitimci olarak görevimiz, insan olarak boynumuzun borcudur.