Dünya emperyalist güçlerine karşı halkların ortak bağımsızlık mücadelesinin zaferle sonuçlanmasının ardından ilan edilen Cumhuriyet 101. yılını dolduruyor. Cumhuriyetin kuruluş yıldönümünü bu yıl, Ortadoğu başta olmak üzere yerel ve bölgesel çatışmaların derinleştiği; ülkemizde ise iktidarın, Cumhuriyet kurumları üzerinde tahribatını daha da artırdığı; emekçiler, farklı kültür ve kimlikler, kadınlar ve gençler üzerindeki baskı ve güvencesizlik politikalarını yükselttiği bir ortamda karşılıyoruz.
Emekçi sınıftan, farklı inanç ve kültürlerden; halkçı, eşitlikçi ve barıştan yana olan değerlerin hayat bulma imkânı olarak ortaya çıkan zemin; tekçi, ayrımcı ve ötekileştirici politikalarla ortadan kaldırılmıştır. Neticede, “halkın egemenliği” bir retorik olarak kalmış, güç ve para sahiplerinin iktidarı hâkim kılınmıştır.
23 yıllık iktidarı boyunca her fırsatta Cumhuriyetin kurumlarıyla “vesayet” adı altında hegemonya mücadelesine giren hükümet, tekçi ve muhafazakâr zihniyetini topluma dayatmakta, emekçi halkların haklarını tırpanlayıp, uluslararası finans sermayelerinin çıkarlarını sahiplenerek kendi rejimini tahkim etmeye çalışmaktadır. Geçtiğimiz günlerde, MEB tarafından Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına ilişkin Bakan Yusuf Tekin imzasıyla yayınlanan tebliğde, Cumhuriyet etkinliklerinin bir “anma” olarak adlandırılması da hükümetin bu zihniyetini gizle[ye]mediğini göstermektedir. Kamusal anlayış ve kurumsallığa karşı yıllardır devam eden siyasi-ideolojik saldırılar, piyasacı zihniyet ile malum olan, hükümetin diline de yansımaktadır. Cumhuriyetin hayata geçirdiği hukuk, anayasal haklar ve gelenekler bir mazi olarak nitelenmektedir. Karşılığında ise laik ve demokratik toplum idealini hiçe sayan, “Türkiye Yüzyılı” adı altında muhafazakâr, tekçi ve sermaye yanlısı anlayışın kalıcılaşması amaçlanmaktadır.
Bugün kapitalist paylaşım mücadelesinin doğurduğu savaşlar, göçler, doğanın tahribatı, yoksulluk ve açlığın tam karşısında; toplumsal barışın hâkim olduğu, kardeşçe ve özgürce bir yaşamın ne kadar acil bir ihtiyaç olduğu gerçeği önümüzde durmaktadır.
Demokratik ve özgür bir toplum ise Türkiye’de yaşayan tüm halkların, farklı dillerin, kültürlerin ve kimliklerin ayrım gözetmeden, ikirciksiz, eşit ve özgür bir yaşama kavuşmasıyla mümkündür. Böylesi bir geleceğin hakiki temellerde hayata geçebilmesi için emekçilerin, halkların dayanışması ve birlikte mücadelesinin önemi tüm gerçekliğiyle ortadadır. Bu noktada tüm demokratik toplumsal güçlere büyük sorumluluk düşmektedir.
Sermayenin vahşi kar hırsının toplum ve doğa üzerinde yarattığı tahribata karşı, işçi ve emekçilerin refahı için, demokratik, sosyal, laik, eşitlikçi ve toplumsal barışı amaçlayan bir cumhuriyete olan inancımız ve gayretimizle Cumhuriyet’in 101. kuruluş yılı kutlu olsun!