İkinci Dünya Savaşı sonrasında küresel iş birliğini artırmak, ekonomik refahı sağlamak, savaşları önlemek ve istikrar, eşitlik ve adaleti sağlamak amacıyla kurulan mevcut “kurallara dayalı uluslararası düzenimiz” bu çetrefilli zorlukların üstesinden gelmekte zorlanmakta ve kuruluş ilkelerinin ihlal edilmesini önlemekte yetersiz kalmaktadır. Sadece bir avuç güçlü ülke ve çıkar grubuna fayda sağlarken kitleler için felaket anlamına gelen bir düzensizlik hâli, küresel düzenin yeni normali hâline gelmek üzere. Dolayısıyla bu senaryonun gerçeğe dönüşmesini engellemek için sistemde kapsamlı reformlar yapmak artık bir tercih değil zorunluluktur.
Daha adil, daha istikrarlı ve adil bir dünya düzenine ihtiyacımız vardır.
Uluslararası sistem tarafından benimsenen ve inşa edilen kurallar bazı devletler tarafından hoyratça ihlal edilmektedir. İsrail'in, Filistin ve Lübnan'a yönelik saldırıları, uluslararası hukukun her anlamda ihlal edildiğinin en çarpıcı ve en son örneğidir. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bölgesel barış ve küresel istikrar için İsrail zulmünün durdurulması gerektiğini her platformda dile getirmiştir. Ancak İsrail'in uluslararası sistem tarafından korunduğu fikri küresel ölçekte yaygın bir kabul görmektedir. Bu tür eylemlerin bir sonucu olarak, mevcut sistemimiz artık temel amacını yerine getirememektedir.
Ayrıca süper güçlerin özellikle son 25 yıldaki ikiyüzlü, ayrımcı ve çatışmayı körükleyen eylemleri, onları yeni bir düzende öncü bir rol oynama meşruiyetinden de mahrum bırakmıştır. Kaldı ki ülkelerin ve halkların çoğunluğunun bu süper güçlerin çıkar ve menfaatleri için sömürüldüğü bir dünya sistemi kabul edilemez. Mevcut sistemde ayrıcalıklı bir konuma sahip olan uluslararası örgütler ve devletler, öncelikle bu gerçeği anlamalı ve yeni döneme yönelik stratejilerini buna göre uyarlamalıdır.
Son yıllarda Türkiye, daha adil, daha barışçıl ve adil bir dünya için istikrarlı bir şekilde çalışan bir ülke olmuştur. Ara buluculuk alanındaki yapıcı çabaları ve barışın inşasındaki başarıları, adalet, anlayış ve iş birliğine dayalı yeni bir uluslararası ilişkiler döneminin mümkün olduğunu göstermiştir. Örneğin Türkiye'nin Rusya-Ukrayna çatışmasında ateşkesin sağlanması için üstlendiği ara buluculuk rolü ve Karadeniz tahıl anlaşmasının inşasına yönelik girişimleri, küresel bir gıda krizinin önlenmesinde hayati bir rol oynamıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın sürekli tekrarladığı gibi: “Dünya beşten büyüktür” ve ”Daha adil bir dünya mümkündür.”
Küresel toplum bugün dünyamızın karşı karşıya olduğu pek çok krizin üstesinden gelebilir. Buna gücümüz, irademiz ve kapasitemiz var. Ancak bu sonuca ulaşmak için, etkili uluslararası kuruluşlar daha adil ve hakkaniyetli bir sistemin inşası için acilen harekete geçmelidir.
Avrupa Birliği ve Afrika Birliği dâhil olmak üzere 19 gelişmiş ve yükselen ekonominin de yer aldığı G20, daha istikrarlı bir küresel finans sistemi açısından önemli bir potansiyele sahiptir.
Her yıl düzenlenen G20 Zirvesi pazartesi günü Brezilya'da "Adil Bir Dünya ve Sürdürülebilir Bir Gezegen İnşa Etmek" gibi saygın bir tema altında başladı. G20 zirveleri ve faaliyetleri geleneksel olarak ekonomik konulara odaklanır ancak “daha adil bir dünya” inşa etmeye çalışan grup, uluslararası politikadaki haksız ve çarpık uygulamalarına kayıtsız kalamaz. Dünyamızın bugün yaşadığı krizler ve çatışmalar G20'nin ve üyelerinin geleceğini belirleyecektir. Dolayısıyla bu yılki G20 Zirvesi, grubun üyelerinin bu zorluklara ortak bir yanıt bulması ve yeni bir uluslararası düzen inşa etme yolunda önemli adımlar atması için önemli bir fırsattır.
Her şeyden önce, G20 ve üyelerinin her biri bu zirveyi dayanışmayı teşvik etme, hakkaniyetli bir çıkar mekanizması oluşturma ve dezavantajlı toplumsal kesimler ile ülkelere destek verme taahhütlerini yenilemek için bir fırsat olarak değerlendirebilir.
G20 çatısı altında bir araya gelen gelişmekte olan ekonomiler ise küresel ekonomide tekel yaratmaya çalışan aktörlere karşı çoğulcu ve daha adil bir ekonomik dağılım oluşturmak üzere dengeleyici bir rol üstlenebilir. Üye devletler ayrıca bu toplantıyı, önümüzdeki yıllarda küresel ekonomiyi şekillendirme potansiyeline sahip iklim değişikliği ve yapay zekâ gibi konularda ortak politikalar oluşturmaya başlamak için bir fırsat olarak kullanabilir.
G20 ülkeleri bu hususlardaki politikalarıyla bir grup azınlığın ayrıcalıklarını koruduğu ve dünyanın geri kalanının krizlerle boğuştuğu bir dünyanın inşasına mı yoksa kaynakların adil bir şekilde dağıtıldığı ve ortak refahla kalkınma mekanizmalarının kurulduğu bir sistemin inşasına mı katkıda bulunacağına karar verecektir.
G20 üyeleri aynı zamanda uluslararası sistemimizdeki krizi derinleştiren “hakikat krizini” de ele almalıdır. Günümüzde insanlık, kendi elleriyle geliştirdiği teknolojilerin vesayeti altındadır. Gizlilik ihlalleri, veri güvenliği, siber tehditler, hibrit savaşlar ve dijital faşizm gibi iletişimle ilgili pek çok husus, küresel siyasette ve ekonomide yaşanan sorunlarla iç içe geçmiş durumdadır.
Ne yazık ki insanlık bugüne kadar dijital teknolojilerin yarattığı zorluklara karşı etkili politikalar, stratejiler, tepkiler ve etik kodlar geliştirmekte başarısız oldu. Toplumların ve bireylerin etkileşim yeteneğini artıran pek çok teknolojik yenilik, kötü niyetli güçlerin elinde kitlesel manipülasyon silahlarına dönüştü. Son birkaç yılda tanık olduğumuz üzere, bu araçlar dezenformasyon yaymak ve savaş suçlarını, katliamları ve hatta soykırımları gizlemek için kullanılıyor. Hakikat mücadelesi, adalet mücadelesi gibi tüm insanlığın ortak meselesi olup uluslararası iş birliğini gerektirmektedir.
Mevcut uluslararası sistemimizdeki krizin sona erdirilmesinde öncü bir rol oynayacak ve herkes için “daha adil bir dünya” kurulmasına yardımcı olacaksa, G20 iletişimle ilgili sorunları ele almayı önceliklerinden biri hâline getirmeli ve özellikle de dezenformasyonla mücadeleye katılmalıdır.
Cumhurbaşkanımızın da dediği gibi “daha adil bir dünya mümkündür” ancak G20 gibi etkili uluslararası örgütlerin bu yönde çalışmaya şimdiden başlaması gerekmektedir.