Millî Eğitim Bakanlığı (MEB), “okul-aile iş birliğini güçlendirme” amacıyla hazırladığı “Aile Eğitim Bülteni” gibi yayınlar, benzer içerikli projeler ve dijital uygulamalar üzerinden aileleri eğitime daha fazla dâhil etmeyi hedeflediğini iddia etmektedir. Ancak bu girişimler, ilk bakışta olumlu bir amaç taşıyor gibi görünse de, hazırlanan bültenin kapağındaki resimden bile anlaşılıyor ki MEB iktidarın siyasi ideolojisini eğitimin her alanına yerleştirme çabası içerisindedir.
MEB Temel Eğitim Genel Müdürlüğü, Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli 2024 Okul Öncesi Eğitim Programı ile birlikte “Ailemle Eğitim Yolculuğum Projesi”ni uygulamaya başlamıştır. Uygulamanın başlaması ile okul öncesi öğretmenlerin karşılaştıkları sorunlar ve angarya uygulamalar daha da artmıştır.
Okul öncesi eğitimi, eğitim sürecinin en önemli basamaklarından birini oluşturmakta, erken çocukluk eğitimi kapsamında çocukların geleceklerini şekillendirmekte çok önemli bir yer tutmaktadır. Ancak ne yazık ki bu kadar önemli bir eğitim sürecinin en önemli ve etkili unsuru olan okul öncesi öğretmenlerinin sorunları her geçen gün giderek büyümektedir. Okul öncesi öğretmeni istihdamındaki yetersizlik, yardımcı personelin eksikliği, fiziki koşullar ve derslik yetersizliğine bağlı olarak sınıf mevcutlarının fazlalığı, gün boyu sınıftan çıkmadan, teneffüs dahi yapmadan çalışan eğitim emekçilerini fazlasıyla yormaktadır. Bu yoğun iş yükünün yanı sıra okul öncesi eğitimindeki farklı programların uygulanması ve projeler gereği yapmaları istenen okul dışı işler nedeniyle sadece çocukların gelişimiyle ilgilenmekle kalmamakta; aynı zamanda bürokratik iş yükü altında ezilmektedirler. Okul öncesi öğretmenleri, öğrencilerin çalışmalarını “gelişim takibi” adı altında hazırladıkları portfolyo dosyalarını Eğitim Bilişim Ağı (EBA) sistemine yüklenmek zorunda bırakılmaktadır. Bu durum öğretmenlerin iş yükünü artırmakta ve sınıfta çocuklara ayıracakları zamanı kısıtlamaktadır. Diğer taraftan okul öncesi eğitimde 36-68 ay çocuklarının aynı sınıfta toplanması, çocuklar arasındaki gelişimsel farkları derinleştirmekte ve öğretmenler açısından yönetilmesi zor bir durumu ortaya çıkarmaktadır.
Öğretmenlerin, velilerle iletişim kurmak adına WhatsApp grupları kurmaları istenmesi başlı başına bir angaryadır. Eğitim-öğretim faaliyetlerinin bu tür gayri resmi kanallar üzerinden yürütülmesi, öğretmenin mesleki sorumluluklarının dışına çıkmasına sebep olmakta ve iletişimde yıpratıcı durumlar yaratmaktadır.
Okul öncesi eğitimin temel amaçlarından birisi fırsat eşitliğini sağlamak iken, velilerden alınan katkı paylarının miktarı, bu idealin tamamen çiğnendiğini göstermektedir. Okulların velilerin sosyoekonomik durumlarına göre katkı payı talep etmesi, örneğin A okulu 300 TL, B okulu 1.800 TL katkı payı talep ettiğinde, her iki okulun sunduğu imkânlar arasında uçurum oluşmaktadır. Aynı okul içinde sabahçı ve öğlenci gruplar arasında bile farklı rakamların ortaya çıkması, velileri sosyoekonomik durumlarına göre sınıflandırmakta ve öğrencilerin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanmasını engellemektedir. Bu durum, “elverişsiz koşullardan gelen çocuklar için ortak bir eğitim ortamı yaratmak” hedefine açıkça ters düşmektedir.
MEB’in Aile Eğitim Bülteni gibi yayınlarda, eğitim içeriklerine dini söylemler sıkıştırılarak eğitimin laik niteliğine aykırı uygulamalar hayata geçirmek istemesi dikkat çekicidir. Türkiye Maarif Modeli, “değerler eğitimi” adı altında sadece dini değerler üzerinden öğretim programlarına dini referanslar yerleştirmekte; ailelerin ve çocukların eğitimi ideolojik bir bakış açısıyla şekillendirilmek istenmektedir. Tüm öğrencilerin dolayısıyla ailelerin aynı dini inanca sahip olduğu kabulü üzerinden şekillendirilen eğitim ve aile eğitimi materyalleri farklı inançlara mensup olanlara karşı ayrımcılığa yol açmaktadır.
OKUL ÖNCESİ ÖĞRETMENLERİN ANGARYA YÜKLER ALTINDA EZİLMELERİ KABUL EDİLEMEZ
MEB’in her ay yayınladığı Aile Eğitim Bülteni, ailelerin çocukların eğitim sürecine katılımını artırmayı hedefliyor gibi görünse de uygulamada öğretmenlere ek sorumluluklar yüklemekten başka bir işe yaramamaktadır. Bültenlerin paylaşımı, öğretmenler aracılığıyla velilere ulaştırılmakta ve öğretmenler, bu içerikleri zorunlu olarak yapmakla yükümlü kılınmaktadır. İlgili eğitim etkinliklerinin raporlanması, sistemlere yüklenmesi ve kayıt altına alınması gibi görevler, öğretmenlerin asli görevlerinden uzaklaşmasına yol açmaktadır.
MEB’in aile eğitim programları ve maarif modeli uygulamaları, öğretmenlerin iş yükünü artırırken, eğitimin niteliğini geliştirme noktasında somut katkı sağlamamaktadır. Özellikle okul öncesi öğretmenleri, pedagojik olarak hassas bir dönemde çalışırken, evrak işleri, sistem yüklemeleri ve zoraki veli iletişimleri gibi angarya uygulamalarla karşı karşıya kalmaktadır. Velilerden alınan katkı payı eşitsizliği ve gelişimsel farklar gibi sorunlar çözülmeden, bu tür uygulamaların sadece kamuoyunu etkilemeye yönelik göstermelik projeler olarak kalması kaçınılmazdır.
Eğitimin kamusal, bilimsel ve laik niteliğinin korunması, öğretmenlerin haklarının gözetilmesi ve çocukların eşit eğitim fırsatlarına erişimi sağlanmalıdır. Eğitim sürecinin temel bileşeni olan öğretmenler, sistemin bürokratik yüklerinden kurtarılarak yalnızca çocukların eğitimine odaklanmalıdır.
Eğitim-Sen