Ali DENİZ
Öğretmen yetiştirme politikalarımızda geçmişe dönüp baktığımızda, 176 yılda 36 model denendiğini ve her birinin bir süre sonra yerini başka bir modele bıraktığını görüyoruz. "176 Yılda 36 Model: Sürekli Değişen Öğretmen Yetiştirme Politikaları ve Bitmeyen Arayış" başlıklı yazımızda, bu sürekli değişen sistemin eğitimimize verdiği zararları ele almıştık. Bugün ise yine bir dönüm noktasındayız. Millî Eğitim Akademisi ve Öğretmen Akademileri modeliyle yeni bir sayfa açılıyor. Peki, bu model uzun vadeli bir çözüm mü, yoksa birkaç yıl içinde başka bir düzenlemeye mi bırakılacak? Eğer bu süreç yalnızca "yeni bir model" olmanın ötesine geçmez ve uzun vadeli bir eğitim politikası hâline gelmezse, birkaç yıl sonra 37. modeli konuşuyor olacağız. İşte tüm mesele de bu!
Öğretmen Akademileri, ilk etapta 30 ilde kurulacak ve zamanla 81 ile yayılacak. Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa, Konya, Erzurum ve Diyarbakır gibi büyükşehirlerde öncelikli olarak faaliyete geçecek bu akademiler, öğretmenlerin yeni eğitim yaklaşımlarını öğrenmelerine, sınıf yönetimi becerilerini geliştirmelerine ve mesleklerine daha donanımlı başlamalarına yardımcı olacak.
Fakat burada kritik bir nokta var: Bu akademiler sadece yeni atanan öğretmenler için mi kuruluyor, yoksa mevcut öğretmenler ve okul yöneticileri de bu sistemin bir parçası olacak mı? Eğer akademiler sadece yeni mezunları kapsarsa, bu sistem kısa vadeli bir çözüm olmaktan öteye gidemeyecek. Ancak mevcut öğretmenlerin de mesleki gelişimini destekleyecek bir yapıya dönüşürse, işte o zaman eğitim sistemine kalıcı bir katkı sağlayabilir.
Millî Eğitim Akademisi, 1 Eylül 2025’te faaliyete geçiyor. Eğitim süreci 3 ila 4 dönem olarak planlandı. Eğitim fakültesi mezunları 3 dönem (10-14 hafta), diğer fakültelerden mezun olanlar ise 4 dönem eğitim alacak. Ancak adaylara devlet memuru statüsü verilmeden 23.000 TL maaş ödenecek. Başarılı olan adaylar sözleşmeli öğretmen olarak atanacak ve 3 yıl sonra kadroya geçme hakkı kazanacak.
Sistemin en büyük iddiası, mülakatın kaldırılması ve öğretmen adaylarının yalnızca ÖSYM tarafından yapılacak Akademiye Giriş Sınavı (AGS) ile seçilmesi. Ancak burada dikkat çeken bir başka nokta var: Eğitim süreci boyunca adaylar üç aşamalı değerlendirmeye tabi tutulacak. İlk değerlendirme %20, ikinci değerlendirme %30, üçüncü değerlendirme ise %50 ağırlığında olacak ve toplamda en az 70 puan alan adaylar başarılı sayılacak.
Peki, bu model dünyadaki örneklerle kıyaslandığında nasıl bir yerde duruyor?
- Finlandiya’da öğretmen adayları 5 yıl süren lisans ve yüksek lisans programlarıyla eğitiliyor ve devlet güvencesinde çalışıyor.
- Almanya’da öğretmen adayları 2 yıl süren zorunlu staj sürecinde eğitim alarak doğrudan devlet memuru statüsüne geçiyor.
- Fransa’da öğretmen adaylarına 1 yıl ek eğitim sürecinde ve bu süreç devlet destekli yürütülüyor.
- ABD’de stajyer adaylar genellikle devlet destekli programlarla sisteme entegre ediliyor.
Bu tabloya bakınca şu soruyu sormadan edemiyoruz: Bir ülkenin en büyük yatırımı eğitim ise neden öğretmen adaylarının mali ve özlük hakları en alt seviyede tutuluyor?
Türkiye’de öğretmen adayları için açılan akademiler, diğer kamu akademileriyle kıyaslandığında belirgin farklılıklar içeriyor:
- Adalet Akademisi’nde eğitim gören hâkim ve savcı adayları 9.000 gösterge katsayısı ile 43.000 TL maaş alıyor ve devlet memuru statüsüne sahip oluyor.
- Polis Akademisi’nde komiser yardımcıları 8.000 gösterge katsayısı ile 38.000 TL maaş alıyor ve memur statüsünde değerlendiriliyor.
- Diyanet Akademisi’nde din görevlileri 5.000-7.000 gösterge katsayısı ile 27.000- 38.000 TL maaş alıyor, ancak devlet memuru statüsüne tabi olmadan eğitim sürecine devam ediyor.
- Millî Eğitim Akademisi’ndeki öğretmen adayları ise 3.000 gösterge katsayısı ile 23.000 TL maaş alacak ancak devlet memuru statüsünde değerlendirilmeyecek. Ayrıca, diğer akademilerin çoğunda konaklama ve yemek desteği sağlanırken, Millî Eğitim Akademisi’ndeki öğretmen adayları için bu konular belirsizliğini koruyor.
Bu reform, Türkiye’nin eğitim sistemini ileriye taşıma potansiyeline sahip. Ancak başarılı ve sürdürülebilir olması, yalnızca yeni bir model getirmekle değil, sürecin çok yönlü ele alınması, eğitim camiasının beklenti ve önerilerinin dikkate alınmasıyla mümkündür. Öğretmen yetiştirme sisteminin güçlendirilmesi için, sendikaların, akademisyenlerin ve eğitim fakültelerinin sürece etkin katılımı sağlanmalı, alınacak kararlar ortak akılla şekillendirilmelidir.
Eğer bu sistem uzun vadeli bir eğitim politikası hâline gelecekse, öğretmenlerin mali ve özlük hakları güçlendirilmeli, meslek onuru korunmalı ve öğretmen yetiştirme süreci sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulmalıdır. Çünkü öğretmene yapılan yatırım, geleceğe yapılan en büyük yatırımdır.
Eğitim sisteminin kalitesi, öğretmene verdiğiniz değerle ölçülür. Eğer öğretmenlerin özlük hakları iyileştirilmez, memur statüsü verilmez ve güçlü bir sistem inşa edilmezse, bu reform yalnızca geçici bir düzenleme olmaktan öteye gidemez. Öğretmenler hak ettikleri itibarı ve ekonomik güvenceleri kazandığında, Türkiye’nin eğitim sistemi de güçlenecek, eğitimin niteliği de artacaktır.
Ve eğer bu eksiklikler giderilirse, Türkiye’de öğretmen yetiştirme süreci nihayet sağlam bir yapıya o zaman kavuşacaktır.
Vesselam…